Cinnah'tan sonrakiler İslamı "çözüm" olarak gördüler. Şeriat kendisine
önerildiğinde Cinnah'ın tepkisiyse şu
olmuştu: Hangi grubun şeriatı?
Pakistan 1947'de İslam adına tek modern devletti. İslama dayalı ayrı bir anayurt isteği, çağdaş tarihte, böylece, ilk kez yer alıyordu. O yılın Ramazan ayının en son cuma gününde, kurucu baba Cinnah Genel Vali oldu. Devlet eski Hint Müslümanlarının oldukça kalabalık bir bölümünün devletiydi ama, bayraktaki yaygın yeşilin yanındaki ince beyazın simgelediği gibi, Müslüman olmayan yüzde 5 de kalmıştı. Bundan böyle komşu Hindistan'daki en büyük azınlık da geride kalan milyonlarca Müslümandı. 1947'deki bölünmenin sınırın her iki yanında kalabalık din azınlıkları bırakması kaçınılmazdı.
Cinnah, Kurucu Meclis'te bağımsızlıktan üç gün önce, 11 Ağustos'ta,
yaptığı konuşmada şunları söylemişti: ''Dilediğiniz dine, kasta sahip olabilirsiniz. Bunun devlet işleriyle hiçbir ilgisi yoktur.
Tümümüz devletin eşit yurttaşlarıyız. Zamnla Hindular ve Müslümanlar, din her insanın kişisel inancını ilgilendirdiği için dinsel
anlamda değil, ama devletin yurttaşları olarak siyasal anlamda, Hindu ve Müslüman diye ayrılmayacaklardır.'' Bu sözler laikliğe,
yani çağdaşlığa açılan bir umut ışığıydı. Büyük Cinnah 1948'de öldü. Pakistan'ın laiklik açılarından aldığı yol gösteriyor
ki, bu düşünceler Cinnah'la birlikte gömüldü. Sonrakiler İslam'a tüm sorunların çözümü diye baktılar. Oysa, ulema şeriat düzenini Cinnah'a
da önerdiğinde önderin tepkisi şuydu: ''Hangi grubun
şeriatı?''
Laiklik kolay bir iş değil! Bu inancı yasal temele oturtan Hindistan'da
kurucu baba Nehru , ülkenin çeşitliliği kapsayan binlerce yıllık geçmişinde İmparator Asoka ve Türk - Moğol Sultanı Ekber 'in
hoşgörüsünden hareketle, laikliği anayasanın bir ideolojisi yapmak istemişti. Hindistan'da bile önder kadro bu kavramdan aynı şeyi
anlamıyor, bazıları yalnızca din ve devlet işlerinin ayrılmasını yeterli görüyordu. 1947 öncesi Hindistan'da din temeline
dayalı ''iki ulus'' teorisini, aslında, Cinnah'tan önce bazı ırkçı Hindu çevreleri ortaya atmıştı. Pakistan'ı kuran Müslüman Cemiyeti
Partisi 1906'da oluşturulduğunda tüm Hintlilere sesleniyordu, yalnız Müslümanlara değil. Müslümanlar için ayrı devlet
görüşü 1940'da Lahor toplantısında resmilik kazandı.
Müslüman toprak ağası ve işadamı Hindu ve Sikh rekabetinden de korunmuş
olacaktı. Bu ayrımın karşılıklı kıyımlara yol açtığı bilinir.
Gitgide kökleşen din, etnik bölünmeleri engelleyemedi. Doğu Bengal, 1971'de bağımsız Bangladeş oldu. Toplum Ahmedileri Müslümandan saymadı; Hindistan'dan göçen ''Muhacirler'' i bir türlü benimseyemedi. Sind'de büyük bir toprak ağası olan Z. A. Butto ''sosyalizm'' dediği şeyin başına ''İslam'' sözcüğünü koymak zorundaydı. İngiliz Kurmay Akademisi yetiştirmesi General Eyüp Han gibi Batılı görünümlülerin yerlerini General Ziya örneği tutucular alınca, ''Nizam-ı Mustafa'' , yani Peygamber'in düzeni ve şeriat açıkça ileri bir hedef oldu.
Her alanda ''Hat-tı İmam'' , yani Humeyni 'nin çizgisi uygulanacaktı.
Çalışma saatlerinde ve daire başkanlarının imamlığında namaza gidilecek, ek şeriat mahkemeleri kurulacak, bunların kararları
temyiz olunmayacak, alkol alma, hırsızlık ve zina gibi suçlar için ''hudut'' cezaları verilecek, örneğin hırsızın (ince elenip
sık dokuduktan sonra) eli kesilecek, kadınlar tepeden tırnağa ''çadır'' giymeye ve peçe takmaya itilecek, kız-erkek bir arada okumayacak,
İslami İdeoloji Kurumu tüm yasaları Kuran ve sünnete uygunlukları açısından elden geçirecek, dersler ve ders kitapları
da aynı ölçülere bağlı kalacak, televizyon ve radyo kurumları programlarını İslami öğretiye göre düzenleyecekler, ''Müselman-ı
Pâkbâz'' yankılarıyla yeterince Müslüman olmayanlardan hiç değilse bazılarının işlerine son verilip yerlerine
'dini daha da bütünler' getirilecekti. 1988'de şeriat ülkenin en
yüce yasası ilan edildi.
Bu gidişe muhalefet kaçınılmazdı. Bazıları dinci diktatör General Ziya'nın
gerici, antidemokratik ve kadın hakları düşmanı olduğunu söylüyorlardı. ''İslampesendler'' de tam karşıtı, yapılanları
az buluyorlardı. Esrarlı bir uçak patlamasıyla öldüğünde, birçok çevre buna bir ''çözüm'' gözüyle baktı. Onu izleyenler geriye
dönemiyorlardı. Seçimle iktidara gelen Benazir Butto 'nun ilk işi Mekke'de
(kısa hacılık sayılan) umrayı yapmak oldu; ne şeriat mahkemelerini kaldırdı,
ne ''hudut'' yasalarına el atabildi. Bugünkü Pakistan, ülkeyi bir şiddet toplumuna dönüştüren radikal İslamcıların
cennetidir. Gençliğin ''eğitiminde'' daha fazla ağırlığı olan medreseler silahların da kolayca girdiği birer ''cihad''
merkezidir. Artık ''özel ordular'' niteliği kazanmış olan silahlı gruplar, bizde Hizbullah örneğinde görülenden çok daha ciddi ve açık
biçimde, muhalifleri ve rakipleriyle gözler önünde
hesaplaşmaktadırlar. Afganistan kökenli ve ''mücahit'' yaftalı paralı
askerler, astronomik uyuşturucu gelirlerinden de dev nasiplerini alarak, Pakistan toplumunu sözüm ona din adına daha da
çökertme yolundadırlar. Taliban'a özenen örgütlü, paralı ve silahlı medrese mezunları artık evlere girmekte ve (televizyon, kaset
ve bazı kitaplar gibi) 'İslami olmayan' ne görürlerse tahrip etmektedirler. Örneğin, Malakana bölgesinden de sorumlu Birinci Bakan
''İnşallah tüm İslam dünyasında şeriatın uygulanmasında örnek yer biz olacağız''
demiştir. Neredesin Cinnah? Neredesin aklıselim? Neredesin hoşgörünün en
ufak kırıntısı?