"Nuh Tufanı" ile Karadeniz'in öyküsü-2

Amerikalı iki ünlü yerbilimci Walter Pitman ile William Ryan, jeolojik kanıtları inceleyerek, Karadeniz'de geçmişte büyük bir tufanın yaşandığını öne sürdüler. Onlara göre bu büyük doğa olayı, kutsal kitaplardaki ve söylencelerdeki tufan öykülerinin de kaynağı. Hatta Karadeniz'in çevresinde tufandan kaçan insanların, Mezopotamya'da ilk uygarlığı kuran Sümer öncesi insanlar olabileceklerini öne sürüyorlar. Şimdi sizlere, bu iki ünlü yerbilimcinin ellerindeki dilbilimsel, genetik, jeolojik, paleontolojik ve arkeolojik verilere dayanarak hazırladıkları "Nuh Tufanı" öyküsünü özet olarak sunuluyor:

" ....Her şey 120.000 yıl önce başladı. O zamanlar yeryüzünde günümüze benzer iklim koşulları hüküm sürüyordu; küresel deniz seviyesi ise bugünkü seviyeyle neredeyse aynıydı. Ancak bundan sonraki 100.000 yıl boyunca okyanuslardaki su sürekli buharlaştı. Buharlaşan sular rüzgârlarla Arktik bölgelere taşındı ve kar şeklinde yeryüzüne düştü. Yavaş yavaş biriken kar, kuzeyde kimi yerlerde 3 kilometre kalınlığa varan buzullara dönüştü. 20.000 yıl öncesine gelindiğinde okyanuslardaki su öylesine azalmıştı ki, küresel deniz seviyesi bugünkü seviyenin neredeyse 120 metre altındaydı. Dev buzullar, Kuzey Amerika'nın bütünüyle kuzeyini, tüm İskandinavya'yı, kuzey Avrupa'yı ve Avrasya'nın kuzey ucunu kaplamıştı

O sırada Avrupa'da kimler yaşıyordu? Yaklaşık 100.000 yıl önce Afrika'dan dünyaya yayılan modern insan ( Homo sapiens ) nihayet 35.000 yıl önce Avrupa'ya girmişti. Modern insanlar buzul çağının zorlu koşullarıyla mücadele etmek zorundaydı. Avcı-toplayıcı olan bu insanların çevrelerine inanılmaz bir uyum yetenekleri vardı. Yaratıcılıkları ve buluş yetenekleri onların bu zorlu koşullarda hayatta kalmalarına izin verdi. (Soldaki resimde, 1999 yılında piyasaya çıkan "Simon Schuster" Yayınevi'nin yayımladığı "Nuh Tufanı" adlı kitabın kapağını görüyorsunuz.)

Buzullar eriyor

20.000 yıl önce buzullar yavaş yavaş erimeye başladı. Rusya'nın kuzeyindeki buzulların erimesiyle beslenen akarsular, Rusya bozkırlarını keserek güneye doğru akmaya ve ardından bir göl halinde olan Karadeniz'e dökülmeye başladı. Buzullardan eriyen su, Karadeniz'in seviyesini yükseltti. Gölün suları Sakarya Nehri'nin yatağını işgal ederek Anadolu'nun içlerine doğru ilerledi; Sakarya'yı önce bir halice ardından dar bir boğaza dönüştürdü. Karadeniz Gölü'nün suları, Sakarya Boğazı üzerinden Marmara Denizi'ne ardından Akdeniz'e (Ege Denizi'ne) dökülmeye başladı. Bu dönemde Karadeniz, insanlar ve hayvanlar için içilebilir bir tatlı su kaynağı haline dönüştü.

Aynı dönemde kuzeyde yaşayan modern insanlar, kuzeye doğru geri çekilen buzulları izleyen mamut ya da daha büyük başka otobur sürülerini avlamakla uğraşıyordu. Yılda birkaç ay boyunca avcı kamplarında yaşıyorlardı. Rusya bozkırlarında ağaç kıtlığı olduğu için kulübelerinin "iskeletini" mamut kemiklerinden yapıyorlardı. Hayvan derileriyle kendilerine elbise ve bot dikiyorlardı. Etleri donmuş toprağın altına gömüyorlardı.

Avrupa ile Asya'nın daha ılıman bölgelerinde yaşayan insanlar ise oltayla ya da ağlarla balık avlıyordu. Ok ile yayı; mızrağı icat ettikleri için avcılık yetenekleri artmıştı. Ama hayatta kalmak onlar için yine de çok güçtü.

Bu zorlu koşullar modern insanların yaratıcılık yeteneklerini oldukça geliştirdi. Bazı eşyaları yalnızca estetik amacıyla
yapıyorlardı: Fildişinden, kemikten heykeller; kolyeler, bilezikler... Mezarlarda bulunan kolyeler, bilezikler; av aletleri insanların ölümden sonra yaşama inanmaya başladıklarını gösteriyordu. Fransa ve İspanya'daki mağara duvarlarındaki çok renkli bufalo, geyik, mamut resimleri, sanat anlayışının o dönemde doğduğuna işaret ediyordu.

Buzulların ağırlığı yer kabuğunu büküyor

15.000 yıl önce çok büyük bir hızla erimeye başlayan buzullar, Kuzey Amerika ve Avrasya'daki dev akarsuları milyonlarca ton suyla besledi. Buzulların inanılmaz ağırlığı, yer kabuğunun üzerinde -tıpkı yumuşak bir şiltenin üzerine konulmuş bir ağırlık gibi- bir çukurluk ve çukurluğun çevresinde bir hendek oluşturmuştu.

Buzullardan eriyen sular bu hendeklerde hapsoluyordu. Kuzey yarıkürede, güneydeki bölgeler kuzeye oranla daha sıcak olduğu için, dev buzulların önce güney uçları erimeye başladı. Buzullar eriyerek kuzeye doğru geri çekildikçe, buzulların güney sınırındaki hendek kuzeye doğru ilerliyordu. Bu hendek yüzünden buzullardan eriyen sular güneye doğru değil; buzula paralel olarak batıya, Kuzey Denizi'ne doğru akmaya başladı. Okyanusların seviyesi hızla yükseliyordu. Ama M.Ö. 13.000 yılına gelindiğinde Karadeniz'e buzullardan gelen sular artık ulaşamıyordu.

Karadeniz: Çölün ortasındaki vaha

12.500 yıl önce, Avrupa'ya binyıl sürecek yeni bir buzul çağı iklimi hakim oldu. Sıcaklık düştü; batı Asya'da, Avrupa'da ve Afrika'da yağışlar azaldı. Afrika ile Anadolu'daki göller buharlaştı. Karadeniz'de yağış azaldı. Kuzeydeki akarsularla da bağlantısı kesildiği için Karadeniz Gölü'nün su seviyesi hızla düşmeye başladı. Bir süre sonra su seviyesi, Karadeniz'den Akdeniz'e tatlı su akışını sağlayan Sakarya Boğazı'nın altına düştü. Göl daralmaya başladı; eskiden gölün altında kalan kıyı bölgeleri, içinde barındırdıkları canlılarla birlikte şimdi kızgın güneşin altında kavruluyordu. Toprak çatladı. Şimdi kıyı şeridi boyunca yeni akarsu vadileri oluşuyordu. Akarsular getirdikleri alüvyonlarla yeni deltalar meydana getirdi. Bölge, insanlar için yeniden yaşanabilir bir duruma geldi.

O dönemde Yakın Doğu'daki insanlar yerleşik bir düzene geçmişlerdi: sabit köylerde yaşıyor, aynı bölgelerde avlanıyor ve balık tutuyorlardı. Meyve ile yemiş, hatta daha sonra ekip biçmeyi öğrenecekleri yabani buğday ve arpa topluyorlardı. Ancak tüm dünyada hüküm sürmeye başlayan buzul çağına bağlı soğuk ve kurak iklim yüzünden, tüm bu kaynaklarını bir anda kaybettiler. Ukrayna ve güney Rusya'nın ovaları yarı çöl haline geldi. Böylece kabileler, suyun bol olduğu Karadeniz gibi verimli vahalara göç etti. Buradaki deltalarda, akarsu taraçalarında, lagünlerin kıyılarında tohum ekmeyi öğrenerek tarımın ilk adımlarını attılar. Karadeniz Gölü'nün çevresindeki insanlar birbirleriyle yiyecek, eşya ve fikir alışverişinde bulunmaya başladı.

11.400 yıl önce buzul çağına bağlı kurak iklim sona erdi. İnsanlar bu vahalardan başka bölgelere göç etmeye başladı. Burada öğrendikleri ilk tarım deneyimlerini beraberlerinde götürdüler. Anadolu'ya, Doğu Akdeniz'e ve kuzey Mezopotamya'ya; bereketli vadilere yayıldılar. (Sağdaki resimde, Karadeniz ile Akdeniz'in son buzul çağından günümüze kadar olan ilişkisi ve suyun akış yönlerini görüyorsunuz). 

Mini Buzul Çağı

M.Ö 6200'de yalnızca kuzey yarıkürede hüküm süren minyatür bir Buzul Çağı ile dünyadaki bu huzurlu ortam yeniden bozuldu. Avrupa'nın güneybatısına; Ukrayna ile güney Rusya'ya yeniden bir kuraklık dalgası yayıldı. Anadolu'nun, güneydoğu Asya'nın ve güneydoğu Avrupa'nın akarsu ve gölleri hızla daralmaya başladı. Anadolu'da ve Mezopotamya'da tarımla geçinen birçok köy terk edildi. Şimdi çoğunluğu çiftçilikle uğraşan bu insanlar, Karadeniz'deki sulak bölgelere; buraya hâlâ akmakta olan birkaç akarsu vadisine geri döndüler.

Karadeniz'in seviyesi hâlâ İstanbul Boğazı'nın altındaydı. Karadeniz, çevresinden yalıtılmış bir göl halindeydi. Karadeniz'in kıyılarına yerleşen insanlar, bu kez akarsu vadilerinde ve deltalarda ekip biçen çiftçilerdi. Bu insanlar yeniden, gölün kıyısında yaşayan diğer insanlarla (bu kez küçük teknelerle) ticaret yapmaya başladı; obsidiyen, deri, çanak çömlek, şifalı otlar ve esanslar alıp satıyorlardı.

 

 

Sonun başlangıcı

Bu mini buzul çağı M.Ö 5800 civarında sona erdi. Yağmur yağmaya, hava ısınmaya; iklim normale dönmeye başlayınca gölün kıyısında yaşayan insanların bir kısmı bölgeyi terk etti.

M.Ö 5600 yılında okyanus seviyesi, İstanbul Boğazı'nın 150 metre altında yer alan Karadeniz'e saldırmaya hazırlanırcasına yükselmişti. Akdeniz'in suları İstanbul Boğazı'ndaki doğal toprak barajın üzerinden Karadeniz'e doğru sızmaya başladı. Önce bir ırmak halinde akıyordu; daha sonra iyice kuvvetlendi. Akdeniz'den gelen sular aktığı kanalı iyice kazıyordu. Birkaç gün içerisinde bu küçücük ırmak, çevresindeki herşeyi yutan dev bir akarsu haline dönüşmüştü. Boğaz'dan akan dev akarsu vadisini genişletip derinleştirdikçe daha da hızlı akmaya başladı. Sonunda, İstanbul Boğazı'ndaki doğal baraj yıkıldı ve Akdeniz'in azgın suları 200 tane Niagara Şelalesi'nin taşıdığı kadar su miktarıyla Karadeniz'e boşalmaya başladı. Karadeniz gölünün tatlı sularında yaşayan balıkların bir kısmı hızla ölüyordu. Gölün seviyesi günde 15 santimetre yükseliyordu. Akarsu vadileri ve deltalar hızla Akdeniz'den gelen suların altında kalıyordu.

Gölün kıyısında yaşayan insanlar ekip biçtikleri toprakların sular altında kalışını dehşetle izliyorlardı. Genç, yaşlı; çoluk çocuk yanlarına alabildikleri her şeyi alarak yüksek yerlere kaçmaya başladılar. Tabii, göl kıyısında öğrendikleri tarım tekniklerini, yeni fikirleri ve teknolojileri de beraberlerinde götürdüler.

Büyük Göç

Kerpiç evlerde yaşayan, işlemeli çanak çömlekler yapan Vinca adlı çiftçiler, Tuna Nehri boylarına ve Bulgaristan'a yerleştiler. Diğer mülteciler Karadeniz'i aşarak Ege'ye gittiler ve Semendirek gibi adalara yerleştiler; bazıları Dalmaçya kıyılarına kadar uzaklara gitti. Başka bir grup ise Dinyester nehri boyunca hareket ederek kuzey Avrupa'nın batısından Paris havzasına göç etti. Buradaki avcı-toplayıcı insanları barış yoluyla ya da kuvvet kullanarak yurtlarından uzaklaştırdı. Hint-Avrupa dillerini konuşan göçmenler, Dinyeper, Volga nehirleri vadileri boyunca kuzeye göç etti. Başka bir grup, Volga nehri boyunca güneydoğuya giderek Hazar Denizi'ne kadar ulaştı.

Sami dillerini konuşanlar ise Karadeniz'in güneyindeki tepeleri aştı ve Anadolu Platosu boyunca dağlara ve derin vadilere yayıldı. Doğu Akdeniz'de terk edilmiş köylerde yaşam yeniden başladı; ileri tarım tekniklerine sahip yabancılar Mısır'a, Nil Deltası'na yerleşti.

Sami lehçelerini konuşan, Doğu Anadolu'dan güneye doğru göç eden insanların bir kısmı ve Karadeniz'in doğusundan güneye doğru hareket eden Kafkas dillerini konuşan insanlar, Mezopotamya'nın doğusundan güneye doğru ilerleyerek Zagros Dağı'nın eteklerine yerleştiler. Onlar da tarımla uğraşıyorlardı.

Daha sonra Sümerliler olarak anılacak bu insanların bir kısmı, güney Mezopotamya'nın ortalarına hareket etti. Buradaki yıllık yağış miktarı çok az olmasına karşın, Fırat ile Dicle akarsularının arasındaki bölgenin inanılmaz bereketli bir toprağı vardı. Sulamayı bilen ve büyük olasılıkla hafif sabanlar kullanabilen bu insanlar için bölgede sulama kanalları yapmak pek zor olmamıştı.

Olağanüstü bereketli topraklar ve sulama için gerekli sınırsız su kaynakları, zenginliği de beraberinde getirdi. Sonunda dünyanın en büyük uygarlıklarından biri olan Sümer uygarlığı ortaya çıktı. M.Ö. 3000 yılında yazıyı bulan bu insanlar, kil tabletlerin üzerine çivi yazısıyla günlük olayları kaydettiler; kendi söylencelerini, dini inançlarını ölümsüzleştirdiler.

Tufan, insanlar Karadeniz'i terk ettikten sonra da uzun bir süre devam etti. Yükselen sular akarsu vadilerini, eski akarsuların kurumuş yataklarını ve kuzeydeki eski kıta şelfindeki ırmakları kapladı. Bir yıl boyunca, Karadeniz'in seviyesi 54 metre yükselene dek, azgın sular Boğaz'dan Karadeniz'e doğru akmaya devam etti. Ancak deniz seviyesi yükseldikçe Boğaz'daki azgın çağlayan, şiddetini kaybetmeye başladı. Sonraki bir yıl boyunca su seviyesi 30 metre daha yükseldi. Yükselen deniz seviyesi daha önce gölün kıyısında güneş altında kavrulan çalılıkları, küçük ağaçları, çöl kumunu ve deniz kabuklarını sular altında bıraktı. Su öylesine hızla yükseliyordu ki dalgalar yeni denizin kıyısında kumsallar oluşturacak kadar vakit bulamadı.

Bu yabancı sular Akdeniz'den yeni göçmen canlılar da getirmişti. Tufanla sular altında kalan çamurlu sığ sularda, Akdeniz'den gelen Cardium edule adlı bir istiridye türü, İstanbul Boğazı'ndan geçerken hayatta kalmayı başardı; burada bir süre yaşadı ve öldü. (7600 yıl sonra bir sondaj gemisi onların ölü bedenlerini gün ışığına çıkaracaktı.) Karadeniz'in bütün çevresinde tuzlu su karanın iç kısımlarına doğru ilerliyordu. İki yılın sonunda, Karadeniz'in seviyesi 100 metre yükseldiğinde, tuzlu su önce Kerç Boğazı'nı (Ukrayna) ardından Azak Ovası'nı işgal etti. Azak Denizi'nin oluşması için birkaç yıl daha geçmesi gerekecekti.

Bir süre sonra İstanbul Boğazı'ndaki akıntı sistemi bugünkü halini aldı: Karadeniz'in daha hafif olan tatlı suyu yüzeyden güneye doğru, Akdeniz'in daha ağır olan tuzlu suyu ise dipten Karadeniz'e doğru akmaya başladı.

Özellikle de Mezopotamya'ya göç eden insanlar bu tufanı kuşaktan kuşağa anlattılar. Öykü, Mezopotamya'da neredeyse her yıl gerçekleşen akarsu taşkınlarıyla daha da önem kazandı.

Tufan öyküleri meydanda yakılan ateşlerin çevresinde, bayramlarda anlatılıp durdu. Mezotopamya'da her yıl akarsu yataklarının taşıp sel baskınlarının yaşanması, eski zamanlara yaşanmış "Büyük Tufan" öyküsünün yeniden anlatılmasına neden oldu. Öykü, Mezopotamya'nın coğrafyasına uydurulacak şekilde değiştirildiyse de ana tema hep aynı kaldı: önce bir uyarı, şiddetli bir sel baskını, selden kaçan bir aile, tüm dünyanın sular altında kalması, suların geri çekilmesi ve ardından bu ailenin karaya çıkıp, kurtulması...

Turgut Gürer

Kaynak: Pitman, Walter; Ryan, William, "Noah's Flood:The New Scientific Discoveries About The Event That Changed History," Simon Schuster, 1998, ISBN 0-684-81052-2

Nuh Tufanı ve Karadeniz'in öyküsü-1 

Dinlerde Tufan

İslamiyet Gerçekleri Anasayfası
 
 
 

Free Web Hosting