Türkiye, günlerdir Hizbullah adlı köktendinci terör örgütünün vahşetini konuşuyor. Son gelen haberler arasında İslamcı-feminist Konca Kuriş 'in cesedinin de ''ölüm evi'' nde bulunduğu yer alıyor. Konca Kuriş'in başlangıçta Hizbullah sempatizanı, hatta Hizbullah'ın kadın örgütlenmesinin başı olduğu halde, yanlışları görüp eleştirdiği, ''davadan dönenlere'' katıldığı için öldürüldüğü düşünülüyor.
Köktendinci örgütler, ister siyasal İslam, ister silahlı İslam diye adlandırılsınlar, kadınları yalnızca başka kadınlara ulaşmak üzere içlerine alıp bu amaçlarına ulaşınca ya da artık kullanamayacaklarını anlayınca işlerini bitiriyorlar.
Köktendinci örgütlerin bürokrasideki ve hükümetlerdeki yandaşları ile halk arasındaki sempatizanları, aşağı yukarı bütün İslam ülkelerinde kadınların ilerlemelerini engelleyici çalışmaları uluslararası bir program çerçevesinde yürütüyorlar. Daha önceki bir yazımda Fas, Cezayir ve Mısır örneklerinden yola çıkarak Türkiye'ye ilişkin kaygılarımı dile getirmiştim. Bugün de Pakistan, Sudan ve Afganistan'daki silahlı-silahsız köktendinci güçlerin kadınların yaşamlarını nasıl kararttıklarına kısaca değinmeye çalışacağım.
Pakistan 'da kadınların köktendincilerin yarattığı korku ve şiddetten
kurtulmaları ve eşitlik savaşımlarını sürdürmeleri için çaba gösteren kadın örgütleri, özellikle kırsal kesim kadınlarına yönelik
çalışmaları yüzünden sürekli tehdit altındalar. Afganistan'daki Taliban yöneticileri ile yakın ilişkileri olan Pakistanlı köktendinciler,
camilerde vaaz veren hocalardan da büyük destek alıyorlar. Vaazlarda NGO'ların (Hükümet Dışı Kuruluşların) ''Siyonistler tarafından
finanse edilen ve kadınları evlerinden çıkartarak mahvetmek isteyen Batılı ajanlar oldukları'' dile getiriliyor. Bu köktendincilere
göre, NGO'lar geleneksel aile sistemini ve kültürel
değerleri Batı'nın çok iyi planladığı bir program ile yıkmayı istemekte
ve kadınları erkeklere özgü rollere özendirmektedir.
Nitekim Pakistanlı köktendinciler, ''Kadınlarımız eve aittir. Müstehcenliğe izin vermeyeceğiz'' diyerek ünlü bir kadın hakları örgütünün etkinliklerine son vermediği takdirde bombalanacağını duyurmuşlardır.
Bilindiği gibi Pakistan, 1977'den bu yana demokrasi ve insan hakları kavramlarının büyük ölçüde aşındırıldığı bir İslamlaştırma süreci yaşamaktadır. 1998'de ise yönetim, zaten bir İslam cumhuriyeti olan Pakistan'ı (kadın örgütlerinin yorumuna göre) Taliban yönetimindeki Afganistan'a çevirecek bir anayasa değişikliği girişiminde bulunmuştur. Bu değişiklik ile Kuran ve Sünnet 'in ülkedeki en üstün yasa olması; Federal Hükümetin şeriatı güçlendirecek yeni adımlar atması; İslam ülkeleri ile uyum içinde doğruyu tanımlayıp yanlışı yasaklaması; her düzeydeki yozlaşmayı yok edip (sözde) toplumsal adaleti sağlaması amaçlanmaktadır. Ama Pakistan'daki kadın örgütleri bu değişikliği, ''Bir toplumsal ve siyasal felaket reçetesi'' olarak nitelemişler ve ülkede yerleştirip geliştirmeye çalıştıkları kadın haklarının sonu olarak görmüşlerdir. Onlara göre ''dinin siyasal gücün meşrulaştırılması için kullanılması, hoşgörüsüzlük, sekter bölünme ve şiddetten başka bir şey getirmeyecektir.''
Sudan lı feministler de Pakistan'daki kadın örgütlerini ''Bizde de tıpkı
böyle başlamıştı. Dikkatli olun'' diyerek uyarmışlardır. Çünkü Sudan, şeriata teslim olmadan önce İslam'da reform ve gelişmeyi
savunan ünlü düşünür Mahmud Muhammed Taha 'nın önderliğinde İslam'ın gelişip eşitlik ve toplumsal adaletin egemen
olacağı bir yapıya kavuşacağını ve artık demokrasi ile de sosyalizm ile de çelişmeyeceğini tartışabilmiştir. Zaten Sudanlı kadınlar
da daha 1916'da pek çok İslam ülkesinde bulunmayan haklara kavuşmuşlardır. Örneğin, ihmal ve kötü davranış ile karşılaştıklarında
(erkeğin boşama hakkını denetim altında tutan) mahkemelerde boşanma hakları vardı. Miras hukukunda reform yapılmıştı.
1970'lerde de mahkemelere yargıç olarak atanmışlardı. Ama her şey yavaş yavaş değişmeye başladı. Taha, 1968'de
tutuklanıp ''dinden çıkmak'' ile suçlandı.
Görüşlerinden vazgeçmeyi reddettiği için 1985'te idam edildi. Cumhurbaşkanı
Cafer El Numeyri 'nin ülkenin tek yasası olarak şeriatı önermesi ve Ulusal Halk Meclisi'nin bu öneriyi onaylayarak
anayasaya sokması Sudan'da her şeyin geriye gitmesine, sonuç olarak da kadınların, bir erkeğin ''refakati'' olmadan hiçbir
yere gidemez hale gelmelerine neden oldu.
Taliban zulmü altındaki Afganistan 'a gelince, çalışma yaşamından atılıp evlerine kapatılan Afgan kadınların kendilerine ve ailelerine bakabilmek için iki seçenekleri kaldı: Dilencilik ve fuhuş... Kabil'de fuhuş, kişi başına 5 dolar karşılığında, dilencilik görüntüsü verilerek yapılıyor. Taliban'ın din polislerinden korunmak isteyen Afgan kadınlar, randevu ile belli evlerde buluşmayı yeğliyorlar. Böyle bir buluşmada gecelik kazançları 1 milyon Afgan Lirası oluyor. (Karşılığında 100 adet ekmek alınabiliyor.)
Fuhuş yapmak zorunda bırakılan Afgan kadınlar, yakalandıkları zaman polise ve yargıçlara rüşvet vererek birkaç kırbaç ile kurtulabiliyorlar. Ayrıca, zina ithamı ile yakalansalar bile İslam hukukuna göre zinanın kanıtlanması, olayı açıkça görmüş dört tanık gerektirdiğinden kolayca serbest bırakılıyorlar. Genelevlerin Talibanları ücretsiz eğlendirmesi ise fuhuşu destekliyor.
Ne var ki bütün bu olanların traji-komik bir yanı da var: Taliban yönetimi sözde kadınları erkeklerle birlikte olmanın kötülüklerinden korumak üzere çalışma yaşamından kopartıp eve kapatıyor, ama ''namus'' retoriği uğruna uyguladığı baskıcı politikalar ve şiddet yüzünden, giderek daha çok sayıda Afgan kadın, yaşam savaşımını sürdürebilmek için fuhuşu seçmek zorunda kalıyor.
Sonuç olarak, ister siyasal İslam, ister silahlı İslam olarak adlandırılsın, köktendinci örgütler, en büyük zararı dinin kendisine, ülkelerine , özellikle de yaşamlarını kararttıkları kadınlara veriyorlar.
İslamiyet Gerçekleri Anasayfası
İslamiyet Ve Kadın | İslamda kadının kapanması
| Kadın Ve Islamiyet
İslamiyet Gerçekleri (yedek link)