Harf devrimi'nin neyi başardığını, bizi hangi dertten kurtardığını ortaya koymanın en iyi yolunun, Arap harfleri ve Osmanlı alfabesiyle imlânın nasıl olduğunu Arap harflerini bilmeyen okuyucuya birinci elden göstermek olduğunu düşündüm. Bunu yapabilmek için, bu haftaki "Zümrütten Akisler" yazımı şimdi kullanmakta olduğumuz imlâ kurallarıyla değil de, Osmanlıca'nın imlâ kurallarıyla yazdım, yalnız Arap kökenli Osmanlı harfleri yerine Lâtin kökenli Türk harflerini kullandım. Yazının günümüz imlâsıyla yazılmış şekli, bazı eski kelimelerin parantez içindeki açıklamalarıyla beraber aşağıdadır.
BİR ÖNCEKİ SAHİFEDEKİ ZÜMRÜTTEN AKİSLER YAZISININ GÜNÜMÜZ İMLÂSIYLA YAZILMIŞ ŞEKLİ:
HARF İNKILÂBI NE YAPTI?
A. M. C. Şengör
İnsanoğlu haberleşmede şüphesiz evvelâ vücudu ile yaptığı muhtelif işaretleri istimal etmiş (kullanmış), bunu müteakiben çıkardığı seslere bir intizam vererek işaretlere muayyen (belirli) ses kıymetleri atfetmek (vermek) sureti ile konuşmayı icad etmiştir. Çok uzun bir müddet tamamen şifahî (sözlü) olan medeniyyet-i beşer (insan uygarlığı), bilhassa ziraatın zuhurundan (ortaya çıkmasından) sonra artan bir surette sâbit (değişmez) bir zabıt (=kayıt) sisteminin ihtiyacını hissetmeğe başlamıştır. Zabt edilecek şeyler iptidâ (önce) ziraat mahsûlatı (ürünleri), ticaret kayıtları ve bazı dinî akîdelerden (inanç, dogma) ibaret idi. Bilhassa din adamları kurun-u ûlada (ilkçağda) aynı zamanda hey'etşinas (astronom) olduklarından seyyare (gezegen) ve encâmın (yıldızların) mahreklerini (yörüngelerini) hesabeylemek için fevkâlade dakik (hassas) müşahade (gözlem) kayıtlarına ihtiyaç gösteriyorlardı. Sümer'den, Mısır'dan Babil'den bizlere intikal eden mufassal (etraflı) hey'et (astronomi) defterleri bu mesainin (çalışmanın) mahsûlüdür (ürünüdür). Velhasıl, mezkûr (zikredilen) ihtiyaçlar nihayet sâbit bir takım işaretlerin kil tabletleri veya papirüs üzerine geçirilerek zabt edilmelerine sebeb oldu. İşte yazı bu suretle icad edilmiş bulunuyordu. Yazının ilk temsilcileri bütün bazı fikirlerin kül (bütün) olarak resminden ibaretti. Meselâ Çince dağ anlamına gelen "şan" kelimesi bugün i şeklinde yazılır. Ama bunun ilk şekli şöyle bir ??? silsile-i cebeli (dağ silsilesini) resmeden bir ideogram idi.
Yazı tekâmül ettikçe (geliştikçe), efkârı (fikirleri) temsil eden ideogramlardan efkârı dile getiren kelimelerin mürekkeb olduğu (oluştuğu) sesleri ifâde eden sembollerin yapılması düşünüldü. Bu semboller bilhassa seslileri bol kullanan cenub (güney) lisanlarında, kelimelere esas şahsiyet veren sessiz hurufatdan (harflerden) mürekkep idi. Filhakika (gerçekten) bu İbranî ve Arap hurufatında böyle olduğu gibi, meselâ Orhun kitâbelerindeki Türk alfabesinde de kısmen böyledir. İptidaî (ilkel) lisanlarda alfabenin sesli hurufatı muhtevi olmaması (içermemesi) herhangi bir zorluk çıkarmaz, zira kelime haznesi mahdut (sınırlı) olduğu gibi, yazılı metinler de mahdut ve basittir. Ancak kelime ve mefhum haznesi inkişaf ederek (gelişerek) büyüdükçe, sadece sessizlerden hareketle her kelimeyi doğru olarak telâffuz imkânı kalmaz, okunuşlarda kargaşa peyda olur (görünür) ve alfabe hattâ vazifesini yerine getiremez. Meselâ Arap alfabesi bu duruma çâre olarak harekelemeyi 1 getirmiştir. Fakat Arap alfabesiyle yazılmış ekseri metinlerin harekelenmeden tab edildiği (basıldığı) mâlumdur (bilinmektedir). Hattâ, gûya sadece ulemaya (bilginlere) mahsus olmak üzere, bu alfabe ile hiç noktalanmadan dahî yazılmış metinler vardır. Yani mezkûr yazılarda meselâ b'yi n'den, veya bunları t'den yahud p'den, a'yı ğ'den, yahud s'yi ş'den tefrik (ayırmak) nâmümkündür (mümkün değildir). Bu sebeble pek çok şarkiyatçı (oriyantalist=doğubilimci) eski metinlerde karşılaştıkları bir kelimeyi, eğer bu kelime halihazırda (şimdi) kullanılmıyorsa okuyamamaktadır.
İlk defa Yunan alfabesi (Girit'teki lineer b denilen yazı) hem sessiz ve hem de sesli hurufata ayrı ayrı semboller tahsis etmek sureti ile Fenikelilerden tevârüs ettiği (miras aldığı) alfabeyi tekâmül ettirerek rasyonal, kolay okunur bir alfabe teşkiline (oluşturulmasına) muvaffak olmuştur. Mâlum olduğu üzre, Latin alfabesi Yunan alfabesinden neş'et etmiştir (çıkmıştır). Gene herkesin bildiği gibi, ilk defa Yunan ahalisi içerisinde okur-yazar olmak bir imtiyaz (ayrıcalık) olmaktan çıkmış, her ferdin imkânı dahiline girmiştir. Yoksa Atina tiranı Pisistratos milâttan evvel 550 senesinde bu şehirde bir kitap pazarı teşkiline (kurulmasına) muvaffak olabilir mi idi?
9 ağustos 1928'de Atatürk'ün Sarayburnu nutku ile halka ilân ettiği harf inkılâbının yegâne maksadı, alfabemizi ve yazma kabiliyetimizi bir tekâmül basamağından alıp bir üstüne çıkarmaktı. Bu suretle okuma çok kolaylaşacağı gibi, hele yazmak eskisine nazaran çocuk oyuncağı oluyordu. Eskiden ancak lise ayarı bir mektebi bitiren kişi hatasız yazabilirken şimdi bu artık ilkmektebin ilk sınıflarında mümkün oluyordu. Harf inkılâbı bize bu suretle yaygın bilgi alma ve bilgi yayma hürriyetini bahşetti. Bilgi çağının içine girerken bunun faydasını anlamamak mümkün mü?
Bu yöntemle Osmanlıca'nın tüm güçlüklerini yansıtmak doğal olarak mümkün değildir. Bazı Osmanlı harfleri kelimenin başında, ortasında veya sonunda bulunduğuna göre değişik şekiller alır ve komşu harflere değişik şekillerde bağlanır. Noktalama, yazanın amacına ve yazının bulunacağı yayın ortamına göre değişik olabilir. Kullandığım transkripsiyonda (=çeviriyazıda), T.C. Millî Eğitim Bakanlığı'nın 1946'da yayımladığı ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi tarafından hazırlanmış olan Türk İlmî Transkripsiyon Kılavuzu'nu basitleştirerek temel aldım (Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, 36 ss.). Meselâ hem te, hem de tı harflerini t ile gösterdim. Benzer şekilde hem Arabî kefi hem de kafı k ile, zeli, zeyi ve zıyı z ile yazdım. He harfini hangi sesi temsil ediyor olursa olsun h ile belirttim.Lâmelifi l ve a ile yazdım. Seslilerde elifi heryerde a ile gösterdim ve dolayısıyla med, üstün veya esresiz yazılmış farzettim. Şeddeli harflerin hepsini gazete (ve ekseri okul kitabı, roman vs.) geleneğine uyarak tek harf olarak gösterdim. Ancak transkripsiyon işinin ne denli karmaşık olduğunu görmek isteyenlerin yukarıda bahsettiğim kitapçığa veya Nijat Özön'ün Büyük Dil Kılavuzu'nun "Çevriyazı" bölümüne (2) bakmalarını öneririm.
Kullandığım dili kasten ve pek yapmacık bir şekilde eskittim. Bunun amacı yazının içinde günümüz okuyucusuna hemen tanıdık gelmeyecek pek çok kelimenin bulunmasını sağlamaktı. Bu kelimelerin okunmasında ortaya çıkacak güçlük okuyucuya Osmanlı harfleriyle imlânın sarp yokuşlarının ilk lezzetini tattıracaktır. Osmanlıca kelimelere nisbeten alışık yetmişin üzerindeki neslin de hemen okuyamayacağı ideogram, Pisistratos gibi birkaç kelimeyi de yazının içine bilhassa serpiştirdim. Hele özel isim olan Pisistratos'u eğer okuyucu daha önce duymadıysa asla doğru olarak okuyamaz (3)
Bu yazıyı eğitim ve görgü düzeyi değişik¯ancak Osmanlıca bilmeyen¯kırkbeş yaşın altında olan dostlar üzerinde denedim. Kendilerine metnin "Türkçe" olduğundan başka bir ipucu vermedim. Pek çoğu "bu ne biçim imlâ böyle?" diye isyan ettiler. Yalnız İngilizce bilenler, imlâyı değil de imlâ sistemini yadırgamadılar. "Eh, İngilizce de böyle, üniversiteye giden çocuk bile bilmediği bir kelimeyle karşılaştı mı onu adam gibi telâffuz edemez" dediler. Ben de onlara George Bernard Shaw'un 1913 yılında Pygmalion piyesinin önsözüne yazdığı yakınmalarını hatırlattım: "İngilizlerin lisanlarına hiç saygıları yoktur ve onun nasıl konuşulacağını çocuklarına öğretmezler. Dillerini yazamazlar, zira içinde sadece sessizlerin - onların da hepsi değil - belirli bir ses değeri olan eski ve yabancı bir alfabeden başka kullanabilecekleri bir araçları yoktur. Bu yüzden hiç kimse dilin nasıl seslendirilmesi gerektiğini sırf okumak yoluyla kendisine öğretemez. Dolayısıyla, herhangi bir İngiliz bir diğerinin nefretini üzerine çekmeden ağzını açamaz."(4)
Benim yazıdaki yanlışlarıma ve Osmanlıca cehaletime gülerek, "adam gibi bilsen bunlar olmazdı" diyecekler çıkacaktır. Ancak "adam gibi bilebilmek" için ne kadar zaman ve emek yatırımı yapmalıyım? Bir işin kolayı varken, sırf gösteriş için zoruna kaçmanın ne gibi bir mantığı olabilir? Bugün ilköğretimin birinci sınıfını bitiren çocuklarımız ellerine verilen metinleri bülbül gibi okuyabilirken, bir üniversite hocasının, hattâ Arabist bir filoloğun daha önce duymadığı bir kelimeyi okuyamadığı bir yazı sisteminin neresi savunulabilir? Muhakkak hem Arapça'da hem İngilizce'de insanlığın göğsünü kabartan uygarlık anıtları dikilmiştir. Ama bunlar ne bizlerin Arap kökenli Osmanlı alfabesinden ne de Bernard Shaw'ın Lâtin kökenli İngiliz alfabesinden şikâyetçi olmasına engeldir. Yazı bir şifre değil, bil'akis açık haberleşme aracıdır - veya öyle olmalıdır. Yazı, aynen kodladığı dil gibi, herkesin ortak malı ise görevini yerine getirebilir. Bu nedenle mümkün olabildiği kadar basit olmalıdır. Daha da önemlisi, bir yazı sistemi temsil ettiği dili olabildiğince yanlışsız kodlayabilmelidir. Kodlama sistemi eksik olduğu için dili dile getiremeyen bir yazı sistemi tamire ve geliştirilmeğe muhtaç bir yazı sistemidir. 8 Ağustos 1928 Harf Devrimi ile elde ettiğimiz, Lâtin harflerine ve Yunan sesliler sistemine dayalı yeni Türk alfabesi daha ilkel olan ve a dışında sesli harf içermeyen Kenân sistemindeki (5) Arap harflerini kullanan Osmanlı alfabesinden (6) hem daha basittir hem de sesleri dile getirmede çok daha az yanlışa neden olur, dolayısıyla daha gelişmiş bir sistemi temsil eder.
Katkı Belirtme:
"Osmanlıca" metnimi kontrol etmek lûtfunda bulunan muhterem Hocam ve azîz dostum Prof. Dr. Sırrı Erinç'e teşekkür eder, kalan tüm yanlışlardan ise yalnızca kendimin sorumlu olduğunun altını çizmek isterim. Oğlum Asım "Osmanlıca" metnin sağdan sola dizilmesini teklif etti. En doğrusu da o olurdu, ancak bunun okumada herhangi bir ek güçlük yaratmayacağını düşündüğüm ve bilgisayarım bazı noktalama işaretlerini sağdan sola koyamadığı için yazıyı soldan sağa dizilmiş olarak bıraktım.
(1) Hareke: Arap alfabesinde okunuşa yardımcı olan sesleme işaretleri.
(2) Özön, N., 1995, Büyük Dil Kılavuzu, gözden geçirilmiş ve genişletilmiş 4. basım: Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, ss. 71-73.
(3)Ben Pisistratos'un Osmanlıca imlâsını Ahmed Refik'in (Altınay) Büyük Tarih-i Umumî adlı kitabının ikinci cildinden aldım (1328[1912], Kitabhane-i İslâm ve Askeri-İbrahim Hilmi, İstanbul, S. 64 ve sonrası).
(4) Shaw, G. B. 1913[1977], Pygmalion-Definitive Text: Penguin Books, New York, s. 5. Dolayısıyla, meselâ Ahmed Refik'in 1920 yılında Dersaadet gazetesinde yayımlanan bir röportajında söylediği "Yeryüzünde Türklerden başka imlâya gelmeyen millet kalmamıştır" (Dersaadet Gazetesi, Sayı 62, 15. 9. 1336; bkz. Gökman, M., 1978, Tarihi Sevdiren Adam Ahmed Refik Altınay: İş bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s. 81) sözü doğru değildir. Bu o tarihlerde pek yaygın bir izlenimdi. Hele o zamanlarda tam tersi doğruydu halbuki. Bu durum da Atatürk'ün büyük dehâsını bir başka açıdan tekrar vurgulayan bir keyfiyettir. Harf devrimi, "herkeste öyle olduğu için" değil, aklın gereği olduğu için yapıldı.
(5)Bu sistemin de Mısır'daki hiyeroglif yazısından türediği muhakkaktır. Mezopotamya'nın çivi sileberlerinde seslilerin yazıyla dile getirilmesi daha kolaydı. Asurluların getirdiği daha sonraki Sâmi dili egemenliği ile çivi sileberlerinde de seslilerin temsili azaldı. İran ve Hindistan'ın kuzeyinde geliştirilen Hint-Avrupa kökenli yazı işaretlerinde de seslilerin temsili Mısır'a ve Kenân yazı sistemlerine göre daha kolaydı. Bu bilgiler için bir alt notta verilen Faulmann'ın kitabına bkz.
(6) Tüm bu alfabeler ve alfabe sistemleri için bkz. Faulmann, C., 1880[1985], Das Buch der Schrift enthaltend die Schriftzeichen und Alphabete aller Zeiten und aller Völker des Erdkreises...; zweite vermehrte und verbesserte Auflage: k.-k. Hof- und Staatsdruckerei, Wien, XII+286 ss. Ayrıca bkz. Tendar, N. ve Karaorman, N. 1970,Osmanlıca Okuma Anahtarı: Bilgin Ofset, İstanbul, [III]+56 ss.; Belviranlı, A.K., 1976, Osmanlıca Rehberi: Nedve Yayınları No. 11, Dil Yayınları serisi, No. 2, Konya, 144 ss.
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi, Bilim Ve Teknik Dergisi, 14.08.1999