"Demokrasi eşitler rejimidir. Kültürde, çağdaşlıkta, sosyal kimlikte aşağı-yukarı eşit insanların rejimidir demokrasi. Çoğunluğu cahil-bilinçsiz-eğitimsiz toplumlarda demokrasi böyle -Türkiye'deki gibi- işler, iktidar cehaletindir." (Bekir Coşkun)
Islamiyet ile demokrasi birbirleriyle bağdaşır mı? Islamiyet'te demokrasiye ne kadar yer var?
Dini siyasete alet eden bazı politikacılar, "din"de demokrasiye yer olduğunu ifade ederek, dini esaslara dayalı bir yönetim biçimi oluşturabilmek için kendilerine maske yaratmaya çalışırlar.
Halbuki, "din"de demokrasiye yer yoktur, ama "demokrasi"de dine yer vardır.
Nitekim, Dünya'da islam şeriatı ile yönetilen ülkelere bakılacak olduğunda durum apaçık görülüyor: Islam ülkeleri demokrasi fakiridir.
Laik Devlet - İslami Devlet
Bilindiği gibi Şeriatçı olarak bilinen İslami kesim, laik devlet hukuk kurallarını kendi İslami öğretileri ile bağdaştıramayarak kabul etmez..
Kuran'da açıklanan İslam anlayışına göre bireyler, kendi yaşamlarını ve bağlı bulundukları devlet düzenini tayin edici hukuk kurallarını kendi istediği ve akıllarının kabul ettiği şekilde belirleyemez.. Şeriat anlayışına göre, ortada insan ve toplum için Allah'ın tayin edip belirlediği kurallar vardır ve bunlar Allah'ın kitabı Kuran'da açık bir şekilde belirtilmiştir. Uyulması gereken hükümler bunlardır, insanların koyduğu hukuk düzeni değildir. Bu nedenle, hernekadar bazı tefsirciler, Kuran'daki anlamları farklı bir anlayış içinde algılamaktaysalarda, şeriatçı kesim, insanın uyması gereken hukuk kurallarını Kuran hükümlerini baz alarak belirlemektedir..
Aşağıdaki ayetleri dikkatli bir şekilde incelediğimiz zaman, eğer Kuran'ı Allah kelamı olarak kabul edip esas alıyorsak, bu çerçevede şeriatçı anlayışın değerlendirmesinin gerçekte hiç de yanlış olmadığını açıkça görürüz..
İslami Devlet anlayışı, Nisa / 59. da açık bir şekilde belirtilmiştir.. Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resûl'e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.
Ayet açık bir şekilde Allah'a itaat edin demektedir. Allah, yani O'nun sözlerinin bulunduğu iddia edilen Kuran.. Daha sonra, Peygamber'e ve sizden olan idarecilere itaat edin ifadeleri yer alıyor.. Ayetteki, bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah'a götürün ifadesini çok dikkatli algılamak gerekir.. Buradaki anlam, hukuk kuralları için açıkça Kuran'daki ayetlerin esas alınmasını öngörmektedir..
Maide / 47. Ayet, Allah'ın hükümleri ile hükmetmeyenleri açıkça fasık olarak niteler..
Maide / 47. İncil'e inananlar, Allah'ın onda indirdiği (hükümler) ile hükmetsinler. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fâsıklardır.
Maide / 44 hüküm konusunda ayetleri esas almayanları kafir olarak değerlendirir..
Maide / 44. Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat'ı indirdik. Kendilerini (Allah'a) vermiş peygamberler onunla yahudilere hükmederlerdi. Allah'ın Kitab'ını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidler ve bilginler de (onunla hükmederlerdi). Hepsi ona (hak olduğuna) şahitlerdi. Şu halde (Ey yahudiler ve hakimler!) insanlardan korkmayın, benden korkun. Ayetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.
Bir sonraki ayette de benzer ifadeler vardır..
Maide / 45. Tevrat'ta onlara şöyle yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılık ve cezadır). Yaralar da kısastır (Her yaralama misli ile cezalandırılır). Kim bunu (kısası) bağışlarsa kendisi için o keffâret olur. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir.
Görüldüğü gibi ayetler açıkça Kuran hükümlerinin geçerli olması gerektiğini ve buna uymayanların da Allah katında fasık ve kafir olarak nitelendiğini bildirmektedir.. Bu durumda laik devletin insanlar tarafından tespit edilmiş hukuk kuralları mı, yoksa Allah'a ait olduğu iddia edilen hükümler mi geçerli olacaktır..?
Burada herhalde, bir yandan Kuran'ı Allah'ın kitabı olarak kabul edip, onun evrenselliğinden sözederken diğer taraftan Kuran hükümlerini değilde, insanlar tarafından belirlenen kanunları tercih eden, veya laik düzeni savunarak bu düzenden yana tercihlerini kullanan Müslümanların, İslam önündeki konumlarını tekrar gözden geçirmeleri gerekecektir..
Maide 48' de ise doğrudan peygambere hitaben, Allah'ın ayetleri ile hükmedilmesi konusunda daha belirleyici şekilde benzer bir hüküm yer alır..
Maide / 48. Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak
olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) gönderdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile
hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma. (Ey ümmetler!)
Her birinize bir şerîat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet
yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şerîatlerde) sizi denemek için (böyle
yaptı). Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah'adır.
Artık size, üzerinde ayrılığa düştüğünüz
şeyleri(n gerçek tarafını) O haber verecektir.
Bir sonraki ayet de aynı hükümleri içerir..
Maide / 49. (Sana şu talîmatı verdik): Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer (hükümden) yüz çevirirlerse bil ki (bununla) Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına belâ etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır.
Bugün, kendilerini modern İslami görüş olarak tanımlayan bazı çevreler ve ilahiyatçılar,
Kuran'daki bu açık yasaları görmezliğe gelerek, bunlara kendi saptırılmış anlayışlarında
çeşitli kılıflar bulmaya çalışmaktalar. Onlar da çok iyi bilmektedirler ki,
bugünün şartlarında, evrensel olduğu iddia edilen Kuran yasalarını uygulmak
imkansızdır. Çözüm olarak geriye kalan, Kuran'daki
anlamı açık olan ayetleri saptırarak, buradan farklı bir görüş ortaya karmaktır.
Genelde, bu tür yaklaşımlar da, birşekilde Prof. Dr. payesi almış kişilerden
gelmekte olduğu için, toplumda bu anlayış kolayca kabul görmektedir.
Bu tür yaklaşımların altındaki bir diğer önemli nokta da, sayın ilahiyatçı Prof.'lerin, toplumda var olan İslam inancının zedelenmesi durumunda, öncelikle kendi konumlarının zedeleneceğidir.
Ahzab / 36 ayet, daha önce yukarda örnekleri verilmiş ayetlerin paralelindedir.
Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.
Ve gene, Araf / 3 de, Kuran'a uyulması, açıkça ifade edilmiştir.
Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) uyun. O'nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!
Maide / 5 de de benzer ifadeler vardır.. Ayetler açıkça bireylerin Kuran'daki hükümlere göre yönetilmesini belirtmektedirler.
Bütün bu ayetleri bir araya getirdiğimizde, Kuran'ı Allah kelamı olarak kabul edip ona inananların, laik düzeni tercih etmek gibi bir seçimleri olamıyacağı açıkça görülür..
Yönetim konusunda İncil'in yaklaşımı ise, Pavlos'un Romalılara Mektubu Bab 13'de şu şekilde belirtilir ;
1. Herkes, altında bulunduğu yönetime bağlı olsun. Çünkü Tanrı'dan olmayan yönetim yoktur. Var olanlar Tanrı tarafından kurulmuştur.
2. Bu nedenle, yönetime karşı direnen, Tanrı'nın düzenlediğine karşı gelmiş olur. Karşı gelenler yargılanır.
3. İyilik yapanlar değil, kötülük yapanlar yöneticilerden korkmalıdır. Yönetimden korkmamak ister misin? İyi olanı yap, yönetimin övgüsünü kazanırsın.
4. Çünkü yönetim, senin iyiliğin için Tanrı'nın hizmetindedir. Ama kötü olanı yaparsan, kork! Yönetim, kılıcı boş yere taşımıyor; kötülük yapanın üzerine Tanrı'nın gazabını salan öç alıcı olarak Tanrı'nın hizmetindedir.
5. Bunun için, yalnız Tanrı'nın gazabı nedeniyle değil, vicdan nedeniyle de yönetime bağlı olmak gerekir. 6. Vergi ödemenizin nedeni de budur. İşte yöneticiler, Tanrı'nın bu amaç için gayretle çalışan hizmetkârlarıdır.
7. Vergi hakkı olana vergiyi, gümrük hakkı olana gümrüğü, korku hakkı olana korkuyu, saygı hakkı olana saygıyı, herkese hakkını verin.
Sonuç olarak akıl, inanç duvarı ile mantık arasında bir yol seçmek durumundadır. Bir yanda, Allah'dan geldiği varsayılan yasalar, bir yanda insan aklının bu günün şartlarına göre uyarladığı yasalar.
DİN VE DEMOKRASİ
(Turan Dursun, Din Bu, cilt 4, kitabından) .. ..
Gerçekte "din"le "demokrasi" bağdaşabilir mi?
Bilindiği gibi, "demokrasi"nin bir sözlük anlamı vardır: "halk egemenliği", "halkın kendi kendini yönetmesi".
Ama nasıl bir halk egemenliği? Çağdaş dünyada yüklendiği özel bir anlamı da vardır. Bu anlam içinde de, "insan", "insanın aklı ile, inancı ile tam özgür olması", insan olmasından doğan her türlü hakka sahip bulunması temeldir. Bugün, insanlığın vardığı bir aşama vardır. Bu aşama ile bağdaşmayan şeyler, demokrasi ile bağdaşamaz. İnsanlığın ilerleyip bir aşamaya gelmesine karşılık, "din" için ne söylenebilir? En azından aynı aşamaya ulaşmıştır denemez. Aynı aşamaya ulaşması için dinin dogmaları izin vermez. Kalıpları vardır, kuralları vardır. Bunları, katı bir "değişmezlik" ve "kesinlik" biçimiyle içine alan Kitab"ı, "sünnet"i (hadisler) vardır. "Akıl yürütmeler"le "yorum" katma çabaları olmuyor değil. Ama bunlar, "iman"ıyla prangalıdır ve dogmalarının sınırını aşamaz. Aşamayınca da insanlığın gelişmesinin gerisinde kalır her zaman. Öyle olunca da demokrasi ile bağdaşması beklenemez.
"Din", kökü daha çok binlerce yıllık Yahudilik şeriatına dayalı olan islam şeriatı ele alındığında, yaşamın her kesimine el attığı görülür. Bir "miras hukuku" ile, bir "ceza hukuku" ,ile..bir "ahlak sistemi" ile, bir "iman esasları" ile, ve "ibadet" kurumları ile karşılaşılır. Hukuku ilkel, anlayışı ilkel..
Tevrattan çok önceki yüzyılların ürünü.."Hammurabi Yasaları"nı alıp bakıyoruz, birçok hükümlerini Tevrat'ın çeşitli bölümlerinde yer almış buluyoruz. Oradan da Kur'an'da. Örneğin bu yasaların, "kısas"la (göze göz, dişe diş..) ilgili 196., 197. Maddeleri, Tevrat'ın çeşitli bölümlerinde yer alıyor. (Bkz.Tevrat, Çıkış, 21:23; Levililer, 24:20; Tesniye, 19:21.) Tevrat'taki biçimi de hemen hemen aynen Kur'an'da var. (Bkz. Kur'an, Maide, ayet :45) Daha başka örnekler de verilebilir. (Karşılaştırmak için, bkz. Hayrullah Örs, "Musa ve Yahudilik", İst.1966, s.161-180.)
Şeriat'ın "demokrasi" ile neden bağdaşmadığını ve hiçbir zaman da bağdaşmayacağını geniş boyutları ile görebilmek için, değerli ve gerçek anlamda aydın bir bilim adamı Prof. Dr.İlhan Arsel'in incelemelerine başvurulabilir. Arsel'in "Teokratik Devlet Anlayışı'ndan Demokratik Devlet Anlayışı'na" adlı 800 sayfayı aşkın kitabı, bu alanda benzeri olmayan bir kılavuz değerindedir.
Kısacası: "Din"in "demokrasi"yle bağdaşmayacağı bir gerçek. Bu gerçeği görmek için, "din"in, özellikle "islam" gibi, "dünya hükümlerini" de kapsamı içine almış olanların ne olduğunu ve ne olamayacağını bilmek yeterli. "Din", hele Islam Şeriatı, "demokrasi"yle bağdaşmayacağı gibi, savunanları ne derse desinler, "demokrasi"nin tam bir karşıtıdır da. Yani, Islam Şeriatı'nın olduğu, hele egemen olduğu bir yerde, "demokrasi" yaşayamaz. Yaşamaması için, "cihad" bile yeterli. "Cihad"sız islam ve "cihad"la birlikte "demokrasi" düşünülebilir mi? "Vurun, öldürün!!" buyruklarıyla..?
Günümüzde de medya sayesinde, hatta odamızın içinde TV ekranlarından izliyoruz: Afganistan'da kırbaçlanan insanlar, Iran'da toplu asılan insanlar, Cezayirde boğazlanan kadın ve çocuklar, Suudi Arabistan'da kafaları kesilenler, Türkiye'de öldürülen Kubilay'lar, Sivas'ta yakılan insanlar, "cihad" edebiyatı yapan islamcı siyasetçiler..Dünya haritasına bakıldığında, demokrasi fakiri olan ülkelerin başında islam ülkelerinin gelmesi..
Riddet ve irtidad kelimelerinin anlamı İslam dinini terk etmektir. Mürted'in kelime anlamı ise İslam'ı terk eden manasınadır. Kuran'a göre, İslam'ı terk eden cehenneme gidecek ve orada ebedi olarak kalacaktır. Bakara 217 ayetin son satırlarında bu açıkça ifade edilmiştir.
Bakara / 217. Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır. (İnsanları) Allah yolundan çevirmek, Allah'ı inkâr etmek, Mes-cid-i Haram'ın ziyaretine mâni olmak ve halkını oradan karmak ise Allah katında daha büyük günahtır. Fitne de adam öldürmekten daha büyük bir günahtır. Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler. Sizden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de boşa gider. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar.
Nahl / 106. Kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr ederse -kalbi iman ile dolu olduğu halde (inkâra) zorlanan başka- fakat kim kalbini kâfirliğe açarsa, işte Allah'ın gazabı bunlaradır; onlar için büyük bir azap vardır.
Her fırsatta İslam dininin hoşgörü dini olduğunu vurgulamayı kendine vazife edinen din ulemalarımız, hernedense bu ayetleri görmezden gelirler.
Ali İmran / 90. İnandıktan sonra kâfirliğe sapıp sonra inkârcılıkta daha da ileri gidenlerin tevbeleri asla kabul edilmeyecektir. Ve işte onlar, sapıkların ta kendisidirler.
Nisa / 137. İman edip sonra inkâr edenleri, sonra yine iman edip tekrar inkâr edenleri, sonra da inkârlarını arttıranları Allah ne bağışlayacak, ne de onları doğru yola iletecektir.
Dinden dönenler biraz da, şeytanın suçu gibidir ve Allah onları şeytanla baş başa bırakmıştır.
Muhammed / 25. Şüphesiz ki, kendilerine doğru yol belli olduktan sonra, arkalarına dönenleri, şeytan sürüklemiş ve kendilerine ümit vermiştir.
İslam'ın genel anlayışında ise, dinini değiştirmenin cezası ölümdür. Bu hadislerde açık şekilde belirtilen konulardan biridir.
Resulullah (SAV) şöyle buyurdu: Kim dinini değiştirirse onu öldürün. Buhari, Cihad ve's-Seyr, 2794 1585 Zeyd Ibni Eslem ( radıyallahu anh ) anlatıyor : Resulullah ( SAV) buyurdular ki, Dinini değiştirenin boynunu vurun.
İmam Malik, bu hadisi Muvatta'da ( Akdiye 15- 2736) kaydeder ve hadis hakkında şu açıklamayı sunar : Bu hadisin manası şudur, herkim İslam'dan karak zındıklık ve benzeri bir dine girecek olursa kendisine galebe alındığı taktirde öldürülür. Öyle birine tevbe teklif edilmez. Zira gerçekten tevb edip etmediği bilinemez. Çünkü bunlar ( galebeden önce ) küfürlerini gizleyip, müslüman olduklarını iddia ediyorlardı. Ben böylelerinin küfrü, delille sübut bulduğu taktirde, tevbe etmeye ağrılmalarını uygun bulmam, ( tevbe etse de kabul edilmemeli ) Devamla der ki, '' Bizim nezdimizde esas olan şudur : Bir kimse irtidat ederse tevbeye ağrılır, ( kendisine galebe çalınmazdan önce ) tevbe ederse hayatı bağışlanır, aksi taktirde öldürülür.
İmam Malik devamla der ki, Resulullah, Dinini terkedeni öldürün hadisinin manası
: Kim İslam'dan çıkıp başka dine geçerse demektir. İslam'dan başka bir dinden
çıkarak bir diğer dine geçerse demek değildir. Sözgelimi, Yahudiliği terkederek
Hristiyanlığa veya mecusiliğe geçen kastedilmemiştir. Bundan dolayı, ehl-i zimme'den
herhangi biri böyle bir din değiştirmesi
yapacak olsa ne tevbeye çağrılır, ne de öldürülür.
İrtidad, büyük günahlardandır. Kişinin bütün hayır amellerini sevabını yok eder. Hadisi açıklayan İmam Malik, esas itibariyle zındık oldukları halde müslüman görünen kimselerin irtidad etmeleri halinde, yakalanınca tevbesine güvenilmeyeceği kanaatindedir. Bu sebeple Malik'e göre onlara tevbe teklif edilmez, tevbekar olup, İslam'a geldiklerini beyan etseler bile bu tevbe onlardan kabul edilmez. İmam Şafi tevbelerinin makbul olduğuna hükmeder. Ebu Hanife'nin onlar hakkında iki ayrı görüşü olmuştur.
Zındık, Kamus'da, Ahiret'e veya Rububiyet'e inanmayan veya küfrünü gizleyerek iman izhar eden kimse diye açıklanır. (Kütüb-i Sitte Cilt/6 Sayfa 189)
İbni Abbas'ın, kadın mürted de öldürülür sözü delil getirilerek Hanefilerin hükmüne itiraz edilmiş ve ilaveten Ebu Bekir'in hilafeti sırasında irtidad etmiş olan bir kadını, henüz pek çok sahabe hayatta iken öldürttüğü, kimsenin buna itiraz etmediği gösterilmiştir.
Hz. Muaz Yemen'e giderken Resulullah kendisine bu mevzu ile alakalı olarak şunu söylemiştir : İslam'dan herhangi biri vazgeçecek olursa, onu tekrar davet et, dönerse ne ala, dönmezse boynunu vur. Herhangi bir kadın İslam'dan irtidad edecek olursa, onu da geri çağır, dönerse ne ala, dönmezse boynunu vur.
Zürkani," Kaydedilen bu muaz hadisi, sadedinde olduğumuz ihtilafta nasdır, hükmüne uyulması gerekir" der.
Buhari ve başka bir kısım kaynaklarda rivayet edilen bir kıssa da konumuza şık tutar. İkrime'nin rivayetine göre, Hz. Ali'ye bir kısım Zındık getirilmişti. O bunları yaktırdı. Haber ibni Abbas'a ulaşınca, Onun yerinde ben olsaydım yaktırmazdım. Çünkü Hz. Peygamber'in yasağı var, Allah'ın azabı ile azab vermeyin. Fakat öldürtürdüm zira efendimiz, kim dinini değiştirirse öldürün, diye emrediyor. (Kütüb-i Sitte Cilt/6 Sayfa 190)
Muhammed'in İrtidad Üzerine Öldür Emirleri
İbni Abbas ( ra ) anlatıyor, Abdullah ibni Sad ibni Ebi's Sarh, Hz. Peygamber'e katiplik yapıyordu. Şeytan ayağını kaydırdı, adam irtidad ederek kafirlere sığındı. Resulullah, Fetih günü onun öldürülmesini emretti, ancak Hz. Osman onu himayesi altına aldı. Resulullah da bu himayeyi tanıdı. (Ebu Davud, Hudud 1-4358, Nesai, Tahrimu'd-Dem 15, ( 7-107 )
Hernekadar Bakara 256'da dinde zorlama yoktur ifadesi varsa da bu ifade, slam'ın şartlarını yerine getirmede zorlama yoktur manasınadır. Bakara 217 'nin son satırındaki ifadeler bu düşünceyi kanıtlar.
Muhammed'in Allah'ın-varsa eğer- olduğuna ve Kur'an'ın da Allah'ın özü olduğuna inanan şeriatçıların demokrasi hakkındaki görüşleri şu şekilde özetlenebilir:
<<Islâm Dini, demokrasi ile ve ona dayanan laiklik sistemiyle bagdasir mi? Bu suale verilecek tek cevap vardir. O da "Hayir" seklindedir.
Çünkü:
Prensip itibariyle bagdasmaz. Zira demokrasi halk idaresi olup akla ve insan kafasina dayanir. Islam ise, hak idaresidir, yani Allah idaresidir; vahye dayanir. Bir baska ifade ile; Insanin önünde iki hukuk vardir. Bunlardan biri beserî digeri ise ilahîdir. Birincisi akla dayanir digeri ise vahye dayanir. Biri insanin sadece madde ve dünya yapisini, digeri ise hem madde ve hem de mâna yapisini; ahiret hayatini da ilgilendirir. Bu iki hukuk, bazi noktalarda birbiriyle uyusursa da birçok noktalarda birbirine ters düser. Bir baska yönden de aralarinda fark vardir. Islam hukuku sabittir, kalicidir, degismez; kiyamete kadar sürüp gider.
Beserî hukuk ise degiskendir. Milletten millete, devirden devire degisir. Müeyyideleri de farklidir:
Kemiyyet yönünden: Beserî hukukun tatbik ettigi cezalar degisgendir, Islam ceza hukukunda ise hapis cezasi, para cezasi, sopa cezasi, ölüm cezasi, sürgün cezasi ve kinama (yani tazir cezasi gibi) cezalardan ibaret olup degismez ve kiyamete kadar geçerlidir.
Keyfiyyet yönünden: Biri sadece dünyevî, digeri ise hem dünyevî ve hem de uhrevîdir. Demokraside kanunlar ve anayasalar ekseriyete ve parmak sayisina dayanirken, Islâm hukukunda kanunlar Allah'in sasmaz ilmine ve sonsuz kudretine istinad etmektedir. Bu itibarladir ki, bu iki hukuk sistemini mukayese yapmak abesle istigal etmektir. Hele hele adalet ve güzellik yönünden kiyaslandirmak çok gülünçtür.
Bu, neye benzer? Hele gelin, bir bakalim insan mi daha bilgili Allah mi? Insan mi daha kuvvetli yoksa Allah mi? Iste buna benzer bir sey! Esasen insanin kanun yapmaya gücü yetmez! Neden? Çünkü insan daha tam mânasiyle kendisini tanimams ki! Tam mânasiyle tanimadigi bir sey hakkinda söz sahibi olabilir mi? Kaldi ki, erkeklik ve kadinlik yönünden, hastalik ve saglik yönünden, büyüklük ve küçüklük, yönünden, zenginlik ve fakirlik yönünden, isçi ve isveren yönünden, amir ve memur olma yönünden, beden yapisi tam ve sakat olma yönünden ve nihayet beden ve ruh yönünden, iradede kuvvet ve za'f yönünden, cesaret ve korkaklik yönünden ve daha bilemedigimiz yönlerden! Iste bu kadar farklilik arz eden insanlik idaresiyle ilgili kanun ve anayasalar yapmak kolay bir is degildir, insanin yapabilecegi bir is degildir. Bu is Allah'in isidir. Kur'an'in bir ayetinde öyledir: "Yaratma da emir ve talimat verme de O'na mahsustur?" (Araf, 54) O, bilir, O açiklar, O haber verir, O bildirir ve iste bildirmistir.
Vesile ve gaye: Kâinat, bütün nimetleriyle vesiledir; gaye degildir. Insanin bütün ihtiyaçlarini gideren bir vesiledir. Kainatin yaratilisinda, sayisiz nimetlere sahip olusunda gaye, insanin yaratanina kul olmasi ve O'na ibadet ve ubudiyyette bulunmasidir; O'nun emir ve talimatini yerine getirmesidir. Ve neticede O'nun rizasini kazanmak ve O'nun cennetine girip ebediyyen mutlu olmaktir. Allah'in mutlak hakimiyyetini ifade eden ayetlerden birkaçi:
"Sonra (Ya Muhammed!) seni de bir din emrinden seriat'in üzerine memur kildik. O halde sen o seriat'a tabi ol! Bilmezlerin heva ve hevesine uyma!" (Casiye, 18)
"Rabb'inizden size indirilen Kur'an'a uyun! Ondan baskasini dost edinip de kendisine uymayin! Ne kadar da az ögüt tutuyorsunuz!" (Araf, 3). >>
Muslumanlar, Kuran'in Allah'tan-varsa eger- geldigine inanir. Kuran ayetlerinde ceza kanunu, miras kanunu gibi ayetler vardir.
Bu ayetlerin degistirilmesi, demokrasi tarafindan mumkun degildir. Madem ki Kuran, Allah'tan-varsa eger- gelmistir, o halde bu ayetleri de ancak Allah-varsa eger- degistirebilir. Ornegin, "Hirsizlarin elinin kesilmesi"ni buyuran ayeti, kim degistirebilir? Insanlarin olusturdugu demokrasilerdeki kanun yapicilar mi? Yoksa Allah-varsa eger- mi? Ornegin, "Kadinlarin miras paylasiminde erkege gore yari pay almasini hukmeden" ayeti hangi demokrasinin hangi kanun yapicisi degistirebilir? Ornegin, "Erkeklerin bir, iki uci dort kadinla evlenebilecegini soyleyen" ayeti hangi demokrasinin hangi kanun yapicisi degistirebilir?
Ornegin, "Erkeklerin kadinlardan bir gomlek ustun oldugu"nu soyleyen ayeti hangi demokrasinin hangi kanun yapicisi degistirebilir? Kuran ayetini, sadece Allah-varsa eger- degistirebilecegine gore, demokrasilerin kanun yapicilari Allah-varsa eger- ile celiski icindedir. Ve, demokrasi, islamiyete gore degildir.
Kuran Ayetleri'nden | Islamiyet ve şiddet | İslamiyet Gerçekleri