Yabancı gözüyle İslamiyet -
Mine G. Kırıkkanat - Radikal Gazetesi 03/01/2004
Türkiye'de hemen herkesin istemini oluşturan 'özgürlük' kavramına kim kafa yordu, kim kendisini 'özgürlük' sözcüğünün anlamı
üstüne sorguladı bilmiyorum ama... Kafatası üstünde biten saç telinden parmak uçlarına kadar konulan yasakların bile 'özgürlük'
diye savunulduğu bir ülkede, özgür düşünülmediği açıktır. Fransız din bilgini Jean Claude Barreau'nun bu sütuna aktardığım sözleri,
İslamiyet'in kadına koyduğu YASAKLARIN devlet ve kamu okullarında YASAKLANMASINI önerdiği için; dini yasakları
yasaklayan laik anlayışa karşı, laik yasakları yasaklayan dini yasakları savunanlar tarafından ÖZGÜRLÜĞE AYKIRI olmakla
eleştirildi! Oysa hiçbir alanda 'yasaklama özgürlüğü' diye bir mantık yürütülemeyeceğini
kavramak için allame olmak gerekmez. Ama yasağı yasaklamak, özgürlük doğurabilir...
Her şeyden önce değişik fikirleri yasaksız tartışmak demek olan düşünmek ve ifade özgürlüğüne dayanarak, Fransız din bilgini Jean
Claude Barreau'nun İslamiyet ve demokrasi hakkındaki görüşlerine devam ediyorum. Kesinlikle taraf tutmuyorum. Yanlışını
doğrusunu tartmak ve karar vermek tümüyle size aittir:
Barreau, "Okullarda tesettür gibi dinsel aidiyet işaretleri taşımak, ırkçı-ayrımcı niteliği dolayısıyla yasaklanmalıdır. Laik bir devlette,
tesettürde ısrarlı bayan öğrenciler devlet okullarında okumak zorunda değillerdir. Dini eğitim yapan özel okullara gidebilir ya da
devletin denetlediği dini fakültelerde okuyabilirler. Ama din eğitimi vermeyen okullarda tesettür kabul edilemez," diyor. Ve ekliyor:
"Samimi ve saf inanç, fanatizmi mazur gösteremez. Nazilerin çoğu, samimi olarak Naziydi. Dini fanatizme karşı demokratik
hoşgörü beklenemez. Cumhur bir demokraside, sınırları cumhuriyetin kuralları çizer.
Bu kurallardan biri, laikliktir. Cumhuriyet toplumsal bir anlaşmadır ve herkes bu kurallara uymalıdır, aksi takdirde cumhuriyet
cumhuriyet olmaz. Mümkün olduğu ölçüde özgürlük elbette arzu edilen bir haktır, ancak kaçınılmaz sınırları vardır, yoksa karışıklık
doğar. Sınırsız demokrasi de yoktur. Örneğin Türkiye Cumhuriyeti, bütünlüğünü korumak için cumhuriyet yasalarına uymak
zorundadır.
Demokrasi uğruna bu kurallardan vazgeçerse, hem demokrasi hem de cumhuriyeti yitirir."
Fransız din bilgini Barreau, 'İslamiyet ve Çağdaşlık Üzerine Genel ve Özel Düşünceler' başlığını taşıyan araştırma kitabında:
"Kuran sözcüğünün anlamı, 'ezbere okumak'tır. Hz. Muhammed, 22 yıllık peygamberliği boyunca Allah'ın emirlerini ezbere
tekrarlamış ve yazdırmış, ancak Kuran'ı kendisinin yazıp yazmadığı bilinmemektedir. Tek bilinen, bu emirlerin parşömenler, düz
taşlar ve deve kemiklerine yazıldığıdır. Kuran'ın bu çeşitli parçalara yazılmış hali, ancak 650 yılında bir araya getirilmiş ve Üçüncü
Halife Osman Bin Affan tarafından Medine'de resmileştirilmiştir. Kuran'ın birçok farklı yorumu olmasına karşın, günümüze dek en
yaygın biçimde kabul edilen yorumu, halife Osman'nın yayımladığı halidir," diyor.
Oysa tarih okuyan bilir ki; Halife Osman, Zeyd Bin Zabit'in başkanlığında hazırlattığı Kuran metinlerini esas alıp, peygamberin
BİZZAT yazdırdığı orijinal metinleri YOK ETTİĞİ için halk arasında hoşnutsuzluk yaratmış; Talha, Zübeyr ve Ali gibi İslamiyet'in
önde gelenleri kendisine cephe almışlardır! Bu durumda sevgili okurlar, özgür düşünce bir soruyu sormayı gerektiriyor: Halife
Osman orijinal metinleri yok ettiğine göre, bugün Kuran'a atfedilen kimi kural ve yasakların Hz. Muhammed'in ezberinden
yazdırdığı Kuran'da var olup olmadığı belli midir?
Kaynak: http://www.radikal.com.tr/veriler/2004/01/03/haber_101090.php
İslamiyet ve çağdaşlık - Mine G. Kırıkkanat - Radikal Gazetesi 04/01/2004
Hayretler içerisindeyim. İslamiyet'e iman etmiş pek çok okurum soruyor: Kuran'ın orijinal metinlerinin Halife Osman tarafından yok
edildiğini nereden biliyorsun? Yetinmiyor, "Doğruluğunu kanıtlamazsan, iftira attın demektir!" diyorlar. Meğer bu müminler, iman
ettikleri Allah'ın kelamının nasıl ve kim tarafından yazdırılıp yazıldığını bilmedikleri gibi, İslamiyet tarihini merak bile etmemişler.
Bırakın tarih kitaplarını, bir ansiklopedi açıp okumamışlar! Oysa başta İslam Ansiklopedisi, tüm kapsamlı ansiklopedilerde, örneğin
Milliyet Büyük Larousse'ta bile yazılı Osman Bin Affan'ın yaşamı. Söz konusu halife döneminin nasıl tartışmalı, İslamiyet'teki
bölünmelerin, dinsel ayrılıkların ve Müslümanların Müslümanları kırdığı iç savaşların başlangıcı olduğu, tarihsel bir gerçek. Halkın
Halife Osman'dan duyduğu hoşnutsuzluklardan en önemlisi, 'Kuran metninin saptanmasında' ortaya çıkmıştır. Osman Bin Affan'ın,
650 yılında Zeyd Bin Sabit başkanlığında hazırlanan Kuran metinlerini esas alıp, öncekileri yok etmesinden doğan nifak sonuçları,
İslamiyet tarihi üstüne tüm belgesel kitaplarda açıktır!
Acaba diyorum, inançlarının tarihini bile bilmeyen bazı Müslümanların, okuyup ezberledikleri Kuran'ın, Hz. Muhammed'in
ölümünden 18 yıl sonra kitaplaştığından haberleri var mı ve Osman Bin Affan'ın, temel metinleri yok ederken peygamberin kendi
ağzından 'vahiy kâtiplerine' yazdırdığı Kuran'ın ASLINI, örneğin aslında var olan eşitlik ilkesini yok ettiğini kavrayabilirler mi? Emin
değilim. Çünkü sorgusuz kutsallık, kavramak ve düşünmek yeteneğini köreltiyor.
Düşüncesi körelmemiş ve her konuda olduğu gibi İslamiyet konusunda da tartışmaya açık okurlarım için Jean Claude Barreau'nun
bir yabancı gözüyle yaptığı eleştirilere yer vermeyi sürdürüyorum: "Kuran, Müslümanlar için Allah tarafından Arapça yazdırılan bir
mesaj kabul edilir. Bu nedenle İslamiyet ile Arap dili arasında organik ve bozulmaz bir bağ vardır," diyor Barreau. Ve kendince bir
yargıya varıyor: "Günümüzde İncil hemen tüm dillerde okunur. Oysa İslam kuramcıları, Kuran'ı salt Arap dilinde
okumakta ısrarlılar.
Onlara göre, Allah'ın emirlerini gâvur dillerine çevirmek imkânsız. Oysa bu açıklamanın tek amacı var: İslam ülkelerini tek bir Arap
imparatorluğuna dönüştürmek.
Ancak bu ütopik amaç, zamanla çoğu Arap ülkesini gelişmekten alıkoyan bir yanılgıya dönüşmüş, çünkü değişen dünyaya karşı
İslamiyet'i değişmezliğe itmiştir. YahudiHıristiyan dünyasında Rönesans dönemiyle değişim başlamış, İslamiyet ise her şeyin
Kuran'da yazılı, mükemmel ve eksiksiz olduğu varsayımından öteye kalıplaşmıştır. Bunun sonucunda Müslümanlar kendi dinlerine
ve durumlarına eleştirel bir bakış açısı getirememiş, dinsel açıdan bir metin çözümleme ya da eleştiri bile mümkün olmamıştır.
Günümüz büyük din fakültelerinde bile ancak ve ancak yasaklar ve günahlar üstüne tartışılmakta, Kuran'ın çağdaşlaştırılması ya da
eleştirilmesi söz konusu edilmemektedir. Daha kötüsü, değişimi reddeden bu kalıplaşma, İslamiyet'in içinden doğan büyük bir gizemi
de yıkmış, sufizm gibi önemli bir mistik hareketin de sonu olmuştur. İslamiyet, özünde tutucu bir dindir. Her şey söylenmiştir, geriye
salt tekrarlamak ve uymak kalır."
Eğer din bilgini Jean Claude Barreau'nun yorumu doğruysa, sevgili okurlar, demokrasi ile İslamiyet ilkeleri, birbirlerine taban tabana
zıt olup 'Demokratik İslam' ya da 'Müslüman Demokrat' gibi kavramlar içi boş seslerden ibarettir.
Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül'lerin söylediklerine değil, onları DİNLEYENLERE bakın, ne demek istediğimi anlarsınız. Kuran'ı,
doğrusu ve yanlışıyla sorgulamayan ve temelinde din reformu öngörmeyen hiçbir İslami siyasal hareket çağdaş ve yenilikçi olamaz.
Nokta.
Kaynak: http://www.radikal.com.tr/veriler/2004/01/04/haber_101209.php