Türkiye, 1984'ten bu yana PKK, 1987 yılından bu yana da Hizbullah'la uğraşıyor. Biri Urfalı, biri Diyarbakırlı iki insan... Abdullah Öcalan , Hüseyin Velioğlu ... İkisi de Milli Türk Talebe Birliği'nin (MTTB) toplantılarına katılıyor gençlik dönemlerinde. İkisi de başarısız öğrenci... Sonra biri Marksist bir örgütün, diğeri de şeriatçı bir örgütün başında ortaya çıkıyor. Ve ikisi de ''makûs talihini' bir türlü yenemeyen Güneydoğu'yu, uğurlarına savaştıklarını öne sürdükleri Kürt yurttaşlara zindan ettiler. PKK ile savaşta 10 bin şehit verildi, 30 bine yakın PKK'li öldürüldü. Hizbullah'ın ölüm bilançosu ise henüz net değil... Kimi kaynaklara göre 3 bin faili meçhul cinayetin arkasında onlar var. İki örgüt de çok canlar yaktı... Güneydoğu'da bu iki örgüt nedeniyle ''şivan'' edilmeyen (ağıt yakılmayan) ev yok gibi.
Kürt devleti peşindeki PKK, şeriatçı Kürt devleti peşindeki Hizbullah.... İkisi de marjinal bir yapıya doğru hızla sürüklenmekte. Örgüt lideri yakalanmış, kadroları tasfiye edilmiş, binlerce militanı öldürülmüş PKK bir çıkmazda...
Örgüt lideri öldürülmüş, şûra üyeleri etkisiz hale getirilmiş ve 2 binden fazla üyesi tutuklanmış, 2 bin tetikçisi deşifre edilmiş Hizbullah ise yediği büyük darbenin sarsıntısında.
PKK'yi bir tarafa bırakıp 5 gündür mahkeme tutanaklarını, terör örgütünün yayın organlarını, sempatizan ve militanlarının itiraflarını, anlatımlarını incelediğimiz ve bu belgelerden yola çıkarak irdelemeye çalıştığımız Hizbullah'a dönelim.
Örgütü kim kurdu?
''Hizbullah'ı kim kurdu...''
En çok sorulan soru bu... Hizbullah PKK'ye karşı devlet güdümünde mi kuruldu? Görevi bitince etkisiz hale mi getirildi? Devlet güvenlik güçleri iki Kürt örgütünü de birbirine kırdırarak bir taşla iki kuş mu vurdu?.. Sorular bitmiyor.
İlkinden başlayalım... Demokratik, sosyal ve hukuk devletinin terörü pasifize etmek için bir terör örgütünü kurması kimilerine göre büyük bir ''risk'' . Buna şöyle de yanıt verilebilir:
''Devlet bir terör örgütünü kendi güçleriyle etkisiz hale getirmekten aciz mi?.. Ya da devlet, istihbarat güçleriyle, bir terör örgütünün karşısına çıkarılacak bir başka örgütün, ileride hem toplumda hem de rejimde onarılmaz yaralara yol açabileceğini hesaplayamaz mı?..''
Hizbullah'ın içinde gerek düşünce bazında gerek eylem düzeyinde mücadele etmiş kaynakların çoğunun görüşü, aslında Hizbullah, ''fikri düzeyde kitabevleri çevresinde çalışmalar yapan insanların, bir elinden tespih alınıp diğer eline silah verilmiş hali...''
Yani Hizbullah, dernek kurulur gibi planlı olarak PKK'nin karşısına çıkarılan bir yapılanma olarak değerlendirilmiyor. Daha doğrusu, yapılanma aşamasındaki bir şeriatçı gruba, bir başka terör grubunun karşısında göz yumulması, hatta destek sağlanması durumu var.
TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma
Komisyonu raporunda, cinayetlere göz yumma konusundaki kuşkular derinlemesine
incelenirken, devletin desteğini göz önüne seren bir de örnek veriliyor:
''Komisyonumuza, 27 Temmuz 1993 tarihinde bilgi veren Batman Emniyet Müdürü
ve Vali Yardımcısı, Batman'ın Gercüş ilçesine bağlı Seki, Gönüllü ve Çiçekli
köylerinde Hizbullah kampları bulunduğu, devlet güçlerinin de bu kampa
yardımcı olduğu
yönünde haber aldıklarını, bu kamplarda
Hizbullah mensuplarının siyasi ve askeri olarak eğitildiğini, bunun üzerine
jandarma yetkilileriyle konuştuklarını, askeri yetkililerin, 'bu örgüt
militanlarının kendileriyle olan irtibatlarını değişik yönlere çevirdikleri
için nefret edip onlarla irtibatlarını kestiklerini' beyan etti... Bunun
üzerine Jandarma Genel Komutanlığı'na bir müzakere yazılmış, verilen cevapta,
'iddianın asılsız olduğu, adı geçen bölgede Hizbullah'a ait kamp olmadığı
ve kırsalda faaliyet göstermediği' bildirilmiştir...''
Kamp bulunduğu belirtilen Seki, Çiçekli ve Gönüllü köylerinin Hizbullah lideri Velioğlu ile Ankara'da yakalanan örgüt yöneticisi Mahmut Demir ve örgütün yeni lideri olduğu bildirilen İsa Altsoy 'un köyleri olduğunu vurgulamak gerekiyor. Bu köylerde cumartesi günü çok sayıda sığınak bulunduğu da unutulmamalı.
Olay yalnızca Hizbullah'a göz yummayı kapsamıyor. Güneydoğu'da, ''Kuran ayetleriyle hadislerin helikopterlerle atılması ya da elden dağıtılması'' eylemi de bölgede PKK ve Hizbullah'a yönelik politikaları dışavurmaktadır. Bu bildirilerde PKK'liler, ''kâfir'' , ''sünnetsiz gâvur'' diye nitelenirken, Hizbullah tabanı da adeta ''cihada çağrıldı'' ... Hizbullah'a göz yumulmasına yönelik ilginç kanıtları fazla aramaya gerek yok... Örgütün 300'den fazla insanı öldürdüğü öne sürülen Silvan'da, sokak ortasında güpegündüz cinayet işleyenlerin ellerini kollarını sallayarak dolaşması, bir çocuğun bile dikkatinden kaçmayan bir gerçek olarak hafızalara kazındı. Hatta bu kişilerin bazılarının kendilerini kovalayan yurttaşlardan kurtulmak için Hizbullah'a destek verdikleri bilinen bazı korucuların evlerine sığınmaları daha da şaşırtıcıdır...
TBMM raporunda bu konudaki endişeler de şöyle dile getirildi:
''Hizbullahçı olarak adlandırılan kişilerin eylem yapıp yakalanmamasından ötürü devlet zan altında kalmaktadır. Bu karanlık arkasında devletin olduğu propagandası yoğun olarak PKK tarafından körüklenmektedir...''
Bölge insanı da bu nedenle bu örneklerden yola çıkarak sürekli ''Tetikçileri devlet koruyor'' dedi. Hatta bu nedenle Hizbullah'a ''Hizbulkontra'' denildi.
Hizbullah'a en büyük darbenin vurulmasını sağlayan yöneticilerden olan Diyarbakır Valisi Cemil Serhadlı 'nın, geçen hafta, ''Hizbullah'ı devlet destekliyor mu'' sorusuna bir televizyonun canlı yayınında verdiği şu yanıttan yeniden yola çıkalım:
''...Destek demeyelim, belki sempati duymuş olabilir...'' Devletin içinde bulunan güvenlik birimlerinin bazılarının Hizbullah'a sempati duyduğu zaten kaçınılmaz bir gerçek. Daha önce örneklerini verdiğimiz gibi, Gaziantep'te örgüte bomba sağlayan Halil Yıldız , Siirt mniyet Müdürlüğü Kurtalan Çevik Kuvvet Grup Amirliği'nde görevli polis memuruydu. Malatya'da Hizbullah'ın hücre evinde örgüt militanlarıyla yakalanan 4 üniformalı da birer polisti.
Geriye dönüp sorarsak, Güneydoğu'da 1998 yılına kadar her gün çok sayıda arkadaşını PKK terörüne kurban veren bir polisin, bir özel timcinin ya da bir uzman çavuşun, PKK'lilerle amansız bir savaşa giren, üstelik bunu ''din-iman uğruna yaptıklarını'' anlatan Hizbullahçılara sempati duymaması mümkün mü?..
Kim Hizbullahçı?..
Yoksulluk nedeniyle ''Avrupa'' ve ''bol dolar, mark'' vaadiyle dağa çekilen PKK'lilerle ''şeriat devleti ve cennet garantisiyle'' tetik çektirilen Hizbullahçılar arasında ne fark var?.. Bu iki örgüt, ''ana hedefleri TC'' olduğuna göre neden savaştı?.. Sonra ''Düşmanımın düşmanı dostumdur'' düşüncesiyle neden ateşkese gitti?.. Bu çatışma niçin kısa süre sonra yeniden alevlendi?..
Bu sorulara karşı tek seçenek olarak verilen yanıt, her zaman şu olmuştur: ''Tek hâkim güç...''
Hintkeneviri ekim alanlarının yüzde 75'inin bulunduğu (Urfa'da 1997-1998'de 100 milyon kök dişi hintkeneviri ele geçirildi), İran üzerinden uyuşturucu trafiğinin yönlendirildiği, kurban derilerinin gasp edildiği, fitre ve zekât adı altında trilyonlarca liralık haracın toplandığı, korucu adı altında feodal ağaların binlerce marabasını (köylü-işçi) hem silahlandırdığı hem maaşa bağladığı, Kuzey Irak üzerinden mazot ve silah kaçakçılığının yapıldığı (Urfa'da 1996 ve 1997'de TIR'lar dolusu silah ve mühimmat ele geçirildi), ''General Zinnar'' kod adlı Alaaddin Kanat , ''Yeşil'' kod adlı Mahmut Yıldırım 'ın karanlık dehlizlerde cirit attığı, at izinin it izine karıştığı bir coğrafi bölgede, terör rantının bölüşülmesi acaba hangi örgütün, kimlerin işine gelecektir? İki terör örgütü arasındaki çatışmanın kökeninde sakın bu unsurlar önemli birer etken olmasın?.. ''Ne kadar kan, o kadar rant...'' Ya olayın siyasi boyutu... 28 Şubat süreciyle pasifize edilen bir siyasi yapılanmanın, şeriatçı bir grubun terör estirdiği, kaos yarattığı bir bölgede, imam-hatip okullarını arka bahçesi olarak görmesi, yüzlerce belediye başkanlığını alması, buralarda şeriatçıları istihdam etmesi, milletvekili sandalyelerinin önemli bir bölümünü kapması neyle ifade edilmektedir?..
Bölgede Nurcuların, Nakşibendilerin ve diğer tarikatların etkin olduğu üniversitelerde şeriatçı yapılanmalara göz yumulması, Hizbullah olgusuna az mı etki yapmıştır?
Şeriatçı valilerin koltuğa oturtulduğu Güneydoğu'da, içkili lokantaların, TEKEL bayilerinin, eğlence yerlerinin kapatılması, Hizbullah korkusunu az mı arttırmıştır?.. Örgütün ekmeğine bu unsurlar hiç mi yağ sürmemiştir?..
Sorular... sorular... Bitmeyen sorular... ''Hizbullah'ı devlet mi kurdu, örgüte hangi güçler destek verdi, kimler göz yumdu, kimler sıkılan kurşunlar, akan kanlar sırasında ellerini ovuşturdu?..''
Yalnızca ''devlet'' ya da ''Kontrgerilla'' deyip işin içinden sıyrılmak hiç mantıklı gelmiyor.
Güneydoğu'nun bir kör kuyu olduğu unutulmamalı... Herkesin bu kuyuya bir taş attığı da... Sorulara yanıt vermek kolay!.. Ancak birilerinin bu taşları çıkarıp sayması gerekiyor.
Sahi, hangi taşı kim atmıştı?..
Çoğunluğu gençler
Şeriatçı terör örgütü Hizbullah'ın yakalanan 200 militanı üzerinde yapılan inceleme sonucunda teröristlerin büyük bölümünün 15-24 yaş arasında gençler olduğu belirlendi. Çoğunluğunu işsiz veya öğrenci gençlerin oluşturduğu örgütte, 10-14 yaşındaki çocukların da bulunması dikkat çekti. Ancak yüzde 22'sinin yüksekokul mezunu olduğu belirlenen teröristlerin hemen hepsinin erkek olduğu ve faaliyetlerinin büyük çoğunluğunu kent merkezlerinde gerçekleştirdikleri bildirildi.
2 bin Hizbullah terör örgütü üyesinin dosya bilgileri üzerinde güvenlik yetkililerince yapılan incelemede, örgütte genelde 15-24 yaş arasındaki gençlerin çoğunlukta olduğu belirlendi. İncelemede, örgütün yüzde 2 oranında 35-65 yaş arasındaki teröristlerden oluştuğuna ve yüzde 2.5 oranında 10-14 yaş arasında çocuk bulunduğuna dikkat çekildi. Hizbullahçıların yüzde 40.5'inin lise mezunu olduğu belirlenen incelemede, teröristlerin yüzde 1.5 oranında cahil, yüzde 19 oranında ilkokul mezunu ve yüzde 14 oranında ortaokul mezunu oldukları aktarıldı.Örgüt mensuplarının yüzde 97.5'inin eylemlerini kent merkezlerinde gerçekleştirdiğinin belirtildiği incelemede, yüzde 2'sinin köylerde ve yüzde 0.5'inin ise mezralarda faaliyetlerde bulunduğu belirlendi. Meslek grupları kategorisinde ise teröristlerin çoğunun işsiz veya öğrenci olduğu belirtildi. Buna göre, militanların yüzde 27'sinin öğrenci, yüzde 28.5'inin serbest meslek sahibi, yüzde 14'ünün işçi, yüzde 1.1'inin çiftçi ve yüzde 1'inin memur olduğu aktarıldı. Örgüt içinde sadece yüzde 2.5 oranında kadın terörist olduğu açıklandı.
İnceleme sonucunda ekonomik, sosyal, eğitim gibi nedenlerle kırsal alanlardan büyük şehirlere yönelik aşırı göçe dikkat çekilerek, gençlerin, bulundukları ortam nedeniyle istismara açık oldukları ve terör örgütlerine kaynak oluşturdukları ifade edildi.
Not: Gazeteci Faik Bulut ve Mehmet Faraç'ın hazırladığı Hizbullah kitabı örgütü bütün açıklığıyla gözler önüne seriyor. Hizbullah sanıkları 11.05.2000 tarihinde yargılanmaya başlandılar.
|İslamiyet Gerçekleri | İslam ve Şiddet | Hizbullah Haberleri |TBMM Hizbullah Raporu |