Her yıl ramazanla birlikte dini faaliyetler ve dini bilgi edinme gereksinimi artıyor. Bu nedenle oruçla ilgili hususlar başta olmak üzere pek çok yurttaşımız hocalara, vaizlere gidip sorularına cevap alarak dini öğrenip, ona göre amel ediyorlar. Zaten Cemalettin Kaplan 1987'de, şimdi ikisi de aramızda olmayan Uğur Mumcu ve Örsan Öymen 'le Almanya'da yaptığı söyleşide insanlarımıza ''İslamı ancak biz hoca efendilerden öğrenebilirsiniz'' diye, tekrar tekrar vaaz ediyordu.
Süleyman Ateş, Y. Nuri Öztürk gibi ilahiyatçıların, Diyanet'in ve kimi resmi din görevlilerinin Kuran'ı anlayarak okumayı savunmaları yanında, hemen her tarikatın ileri gelenleri ''İslam ancak hocalardan ve ilmihallerden öğrenilir'' anlayışındadırlar ve bunun uygulayıcısıdırlar. Dini kendileri öğrettikleri ve ''derin hoca'' oldukları için ya bir cemaat oluşturuyorlar ya da bir tarikatın içinde yer alıyorlar. Ve ''tarikat-siyaset-ticaret üçgenleri'' dalga dalga yayılıyor.
Gericilerin temel yaklaşımı öz olarak; ''Kuran Tanrı kelamıdır. Onu
ancak tefsir bilginleri (âlimleri) anlar'' şeklindedir. Tefsir (Kuran açıklaması) bilgini olabilmek için; ''Şu on beş ilmi bilmek
lazımdır; lügat, nahv, sarf ve öbürleri sayılıyor... Bu ilimleri bilmeyen kimsenin tefsir yapması caiz değildir'' (Ali bin Emrullah-M.
Hamidi , İslam Ahlakı, sf: 146, Hakikat Yayınları, İst., 1992). Tefsiri anlayabilmek ise daha da zor! ''Tefsir kitaplarını anlayabilmek
için otuz sene durmadan çalışıp yirmi ana ilmi öğrenmek lazımdır. Bu yirmi ana ilmin dalları seksen ilimdir. Ana ilimlerden
biri de 'tefsir' ilmidir... Birisine tefsir ve mealden dini öğrenmesini tavsiye etmek, ona yapılabilecek en büyük kötülüktür''
diyorlar ve âlimlerin ilmihal kitaplarını okumasını öneriyorlar
(Türkiye, 07.01.1999, On Bir Ayın Sultanı, sf: 10). Bu durumda tefsir,
meal (anlam, çeviri) ve hadis kitaplarının yalnız bu ''15 ilme'' ve ''20 ana ilme'' vâkıf âlimlere açık olması, bilmeyen öbür
sıradan insanların yararlanmasına kapalı olması gerekir... Zira, bu âlim yazarlara göre, doğrudan bilgilenmek için Kuran ve tefsir okumak
yanlıştır!..
Kuran'ın anlaşılmasının önüne konan ketler yüzyıllardır devam ediyor. Bu hususta, Osmanlı zamanında, Tanrı kelamının Arapça olduğu, Arapçanın kutsal dil olduğu, başka dillere çevrilemeyeceğine dair fetvalar çıkmış, zaman zaman bazı ayetlerin şerhlerle ve tefsirlerle açıklaması yapılmıştır.
Kuran'ın Türkçeye çevrilmesi ve anadilde ibadet Cumhuriyet dönemiyle birlikte ivme kazandı. 1926'larda ve daha sonra kimi camilerde Kuran Türkçe okunmaya başlandı... Atatürk' ün Türkçe ibadeti başlatması, yüzyılın en önemli devrim girişimi idi.. Ancak, yurttaşlarımızın kendi dilleriyle ibadet etmeleri, yani daha da kendileşmeleri DP döneminde bastırıldı, yasaklandı ve türlü dolaplarla ''oy için'' gericiliğe prim ve destek verilerek bugünlere gelindi. Şimdilerde köktendinciliği tamamen denetim altına almaya çalışıyorlar.
Günümüzde ise tam tersine, birçok camide ''Kuran'ın tefsir ve meallerinin
herkes tarafından okunması durumunda bu insanların dinden çıkacağı'' üzerine vaazlar veriliyor. Bu vaazlar her gün takvim
yapraklarında, gazete, dergi ve kitaplarda, özel radyo ve televizyonların ''ilmihal'', ''ramazan özel'' programlarında enine
boyuna işleniyor... İşte bir kadının ''nasıl kapanılacağına'' dair sorusuna verilen yanıtta satır arasında belirtilenler: ''...Kuran'daki
bir ayetin hükmünü öğrenmek için Kuran tercümelerine, Kuran
meali denen kitaplara bakmak çok yanlıştır...'' (Türkiye, 27.11.1990,
Ali Güven , Bir Bilene Soralım köşesi)
Oysa, ayetlerden keyfi anlam (batın, iç mana) çıkarmak yanlıştır. Zaten Peygamber de Kuran'ın açık anlamını (zahir manasını) bildirmiştir. Zahir anlamı bırakıp batın anlam uydurmak yanlıştır ve küfürdür.
Hemen herkesin evinde hiç okunmasa da sırf hayır, bereket ve sevap olduğu için Kuran bulundurulur. Yüksek bir yere konur, kimse anlamak için okumaz, en fazla Arapçası tilavetle, E'uzu ile başlanarak okunur ve dinlenir, anlamaya değil hatmetmeye (ezberlemeye) çalışılır. Öyle ki hatmedenlerin de birçoğu anlamını bilmez.
Diyanet'in ''Kuran'ın herkes tarafından okunup öğrenilmesi ve kavranması gerekir, başka dillere çevrilmesi gereklidir, ihtiyaçtır'' biçiminde bilinen anlayışına hiçbir din çevresi doğrudan karşı çıkmıyor. ''Kuran okunmasın, anlaşılmasın'' demiyorlar.
Ama gerçekte ise okunmasını, kavranmasını istemiyorlar, ''Kuran'ı herkes anlayamaz'', ''İnsan aklı acizdir'', ''Din akılla yürümez'' gibi safsatalarla insanların kendilerine ve bilinçlerine olan güvenlerini yok ediyorlar, ''Dinden çıkarsınız'' diyerek korkutuyorlar, onu anlamaya çalışmalarını ortadan kaldırıyorlar, hatta bunu akıllarından dahi geçirmelerine engel oluyorlar, imkânsız hale getiriyorlar...
Bu süreçte inananları kendilerine bağımlı konuma getirip, örgütleyip ''Allah için'' yönlendirebiliyorlar. Mücahit hocalar için bu inanırlara en son Sıvas'ta olduğu gibi insanları yaktırmak ''çocuk oyuncağı'' .
Oysa Kuran kendisiyle ilgili olarak, -bir başka yazıda belirteceğimiz gibi, sure (bölüm) ve ayetleri belirtildiği üzere- ''Mekke ve çevresine, âlemlere rehber olarak (tüm insanlara yol gösterici olarak) gönderildiğini'' , ''Kuran'da açıklanmadık hiçbir husus bırakılmadığını'' ve yine ''herkes anlasın diye açık açık yazıldığını'' belirten Enam 38, 98, 105, Isra 89, Taha 113, Nur 18 gibi ayetlere karşın bu sözde bilginler ''Kuranıkerim'de her şey kısa olarak bildirilmiştir'' diyebiliyorlar ve ''Kuranıkerim'den ve hadisten din öğrenmek mümkün olmaz, çok yanlıştır'' diye yazabiliyorlar (Bakınız, Türkiye, Ali Gülen, Bir Bilene Soralım, 4.10.1990, 30.6.1991, 15.4.1992... gibi. ''Dinimizi doğrudan Kuran ve hadisten öğrenmek daha iyi olmaz mı'' şeklindeki sorulara verilen cevaplar).
Süregelen bu görüşlerini ilmihal kitaplarında da açıklıyorlar: ''Kuranıkerim'in
hakiki manasını anlamak, öğrenmek isteyen kimse, din âlimlerinin kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarını okumalıdır. Bu kitapların
hepsi, Kuranıkerim'den ve hadis-i şeriflerden alınmış ve yazılmıştır. Kuran tercümesi diye yazılan kitaplar, doğru mana veremez.
Okuyanları, yazanların fikirlerine ve maksatlarına esir eder ve dinden ayrılmalarına sebep olur.'' ( M. Sıddık Gümüş , Tam
İlmihal, Saadet-i Ebediyye, sf: 46, Hakikat Kitabevi, 1998 İst.) Bir başka örnek: ''Kuranıkerim'i mealden değil ehli sünnetten
anlamaya çalışın,... mealden anlamaya çalışmak yanlıştır.'' (
Sinan Yılmaz , Bir Reformcuya Cevaplar, sf: 101, 150, Bedr Yayınları,
İst., 1995.)
Oysa, ''herkes anlasın'' diye apaçık indirilen Kuran'ın açıklamalarının, meal ve tercümelerinin hepsini kapsayacak şekilde ''doğru mana veremez'' diye olumsuz olarak nitelemek, kitaba baka baka yalan söylemek olsa gerek...